tumblr counter
La Petite Mort | <a href="http://canbaskent.net">Can Başkent</a>

Can Başkent

logic and the rest...

LA PETITE MORT

CAN BAŞKENT

1. Giriş

Dünya 1968’lerde çok ivedi bir şekilde değişti. Her ne kadar bu topraklara pek uğramamış olsa da, solun değiştiği önemli noktalardan biri cinselliğe bakışıydı. Kızıl Dany, 1968’de Paris Üniversitesi’nin kent dışındaki kampüslerinin birinde erkek öğrencilerin kız öğrenci yurtlarına girişinin serbest bırakılması için sesini yükseltmese ve bu itirazlar, öğrenci işgalleri ve işçi grevleriyle, De Gaulle hükümeti protestosuna dönüşmese, kim bilir, belki de 1968 bu kadar sarsıcı bir değişim getirmeyecekti dünyaya. Bu değişimlerden en önemlisi de, değindik, cinsellik sahasında gerçekleşti. Doğum kontrol hapının piyasaya çıkması, kürtajın yasallaşması, İkinci Dünya Savaşı sonrası artan bebek patlamasının ürünü olarak bilhassa kampüs üniversitelerini (Türkiye’de ODTÜ, ABD’de UC Berkeley gibi) “sevişmekten başka yapacak işi olmayan” genç erkek ve kadınların doldurması, Playboy ve Hustler’ın kurulmaları, yaygınlaşmaları ve meşrulaşmaları aynı döneme rastlar.

Öte yandan, o yıllarda serbestleşen cinselliğin "özgür" olduğu sanrısı da aynı dönemin ürünüdür. Ben bu yazıda, anarşizmin meşhur tartışmalarından birini cinsellik üzerinden okuyacağım. Serbestlik yanılgısının özgürlük olmadığını, 68’de ortaya çıkan reaktif cinsellik kurgusunun özgürleştirici olamadığını; felsefi, politik ve kuramsal kaygılarla yenilenmesi gerektiğini iddia edecek; nihayetinde kısaca kendi önerimi sunacağım.

2. Serbest Cinsellik

Değindiğim serbest cinselliğin türlü halleri var elbette. Doğum kontrol hapının yasallaşması ve kürtaj hakkı gibi hukuk zemininde gerçekleşen serbestliklerden, kıyafet ve kozmetik gibi dışsal serbestilere dek değindiğimiz cinsel serbestinin türlü yansımaları var. 68’lerin cinsel devrimi bu manada kuşkusuz çeşitli kazanımlar getirmiştir. Fakat, sonrasında ne olmuştur da onyedi yaşındaki Amerikalı genç kadın şarkıcılar televizyonda spritiz çubuğunda şarkı söylemeye başlamış, kozmetik plastik cerrahi pazarı 300 milyon dolara, diyet endüstrisi 33 milyar dolara, kozmetik endüstrisi 20 milyar dolara, pornografi endüstrisi 7 milyar dolara yükselmiş, ebeveynler lise mezuniyet hediyesi olarak kızlarına göğüs estetik ameliyatı alır olmuştur? Bir devrim nasıl bu kadar kolay teslim olmuştur?

Bu yazıda, serbestlik hallerinden belki de en meşhur ve yaygınını, pornografiyi, bir örneklem olarak ele alacağım. Hemen her batı ülkesinde serbest olan, gazetelerin arka sayfasından, sokak panolarındaki reklamlara kadar gündelik hayatın içine zuhur etmiş pornografinin karşı-devrimci olduğunu öne süreceğim. Dolayısıyla, pornografi zemininde öne sürdüğüm fikirler kolaylıkla, diğer serbesti metalarına (kozmetik, provakatif kıyafet vs) rahatlıkla uyarlanır olacak. Öte yandan hukuki bir kazanım olmanın ötesine pek geçmeyen serbestlik halleriniyse (örneğin kürtaj ve eşit ücret), gaspedilmiş doğal hakların (örneğin üreme hakkı) yeniden kazanılması olarak yorumlayacağım. Dolayısıyla, bunları politik anlamda bir kazanım değil de "yeniden ele geçirme" (reclaim) olarak okuyacağım. Bunun nedeni açık. Doğal bir hakkın kaybedilmesi ve sonradan tekrar elde edilmesini bir özgürleşme olarak görmüyorum. Nasıl, kırda yakalanan bir saka kuşunu kafese tıkıp, örneğin üç gün sonra salıvermek onu özgürleştirmek değil de ancak o kuşun tutsaklığını nihayetlendirmek ya da kuşu eski günlerine döndürmekse, üreme hakkının önündeki suni engellerin (dini ve hukuki yasaklar örneğin) kaldırılması da bana göre özgürleşme değildir. Bu minvalde, kimi düşünürler özgürleşme söz konusu olunca yerel - evrensel ayrımı yaparlar. Bu minvalde, saka kuşu örneğinde, yerel manada, kendi dünyasında kuş özgürleşmiştir. Ancak, bu tüm diğer tutsak saka kuşlarını özgürleştirmeye yetmediği için evrensel bir özgürleşme yaratamamıştır. Evet, bu hepimizin anımsadığı sloganın tefarruatlı bir şekilde ortaya konmasından başka bir şey değil: Birimiz bile tutsaksa, hiçbirimiz özgür değiliz!

Öte yandan, doğruya doğru, pornografi çeşitli toplumsal kazanımların elde edilmesini sağladı: dışlanan cinsel kimlikler kabul gördü, cinsellik ve haz arasındaki kuvvetli bağ tekrar kuruldu, cinsel tabular nispeten yıkıldı ya da kimlik değiştirdi... Fakat pornografinin bunda oynadığı rolü liberal bir zihniyetle yüceltmek, deprem felaketinde insanları enkazdan çıkarmak için büyük bir insan gücü sağladığı ve bu esnada kimseye zarar vermeden pür bir fayda yarattığı için politik bir kurum olan orduya karşı çıkmamak, hatta daha da ileri gidip ordunun gerekli olduğunu söylemek kadar abestir. Görünen fayda ve sağladığı rahatlatıcı duygunun ötesinde, pornografi kendini toplum içinde yeniden şekillendirir: cinsiyetçiliği yeniden yaratır, özgürleştirmeye çalıştırdığı cinselliği bu sefer de kendi kalıpçılığına sıkıştırır, kendini özgürlüğün bir şartı gibi ortaya kor (“özgürlüğünüz için orduya ihtiyacınız vardır”, argümanı gibi).

Fakat, pornografi savunucularının aşikar bir argümanı vardır bu noktada: nasıl, cinayet filmlerinde katil rolünü oynayan aktör ya da dergilerde bir seri katil gibi poz veren model, gerçek hayatta katil değilse, pornografik filmlerde rol alan aktör ya da aktiristler de birer fahişe değildir. Dahası pornografik filmler, örneğin, bir ahlak manifestosu ya da belgesel film de değildir. Nasıl cinayet filmleri cinayeti savunmak ya da özendirmek kaygısı taşımıyorsa, pornografik filmler de benzer bir şekilde her hangi bir özendirme kaygısı taşımamaktadır. Cinayetleri azaltmak için cinayet filmlerini yasaklamak ne kadar mantıklıysa, cinsel taciz ve tecavüzü azaltmak için pornografiyi azaltmak da o kadar mantıklıdır, bu teze göre. Pornografi karşıtlarının bu argümanları toplumsal zeminde çeşitli yöntemlerle çürütülebilir. Örneğin, pornografi endüstirisiyle genç kadınlarda görülen yemek yememe hastalığı arasındaki bağ yahut tek gecelik ilişkilerle kadın tacizi arasındaki bağ üzerine üretilen feminist tezler hatırlanabilir. Öte yandan, feminist yazarlardan öğrendiğimize göre pornografik kültürün ciddi riskleri mevcut. Porno endüstrisinin (bedavaya yakın maliyetle) insan kaynağını sağlamak için kadın ticaretiyle kolkola çalışması, özellikle sektördeki kadınların sürekli suistimal edildiği ve şiddete maruz kalması; gündelik yaşamın her anını işgal eden pornografik görüntülerin, bilhassa batı memleketlerinde genç kızlar üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, artan lolita kültürü, cinsellikle tanışma yaşının insanlık tarihinin görmediği bir hızla neredeyse 12’ye düşmesine dair araştırmalar ve bunlara feminist yazarların getirdiği yorumlar cidden iç karartıcı.

Tüm bu nedenleri ve daha fazlasını, pornografinin özgürleştirici olamayacağına dair birer örnek olarak sunduğunuzda, karşı politik cepheden gelecek yanıt da aslında bellidir: "Bunlar pornografinin değil, endüstriyel kapitalizmin sorunlarıdır. Kapitalizmi ortadan kaldırınca, bu sorunlar da ortadan kalkacak ve özgürleşmiş pornografiyle özgür cinselliğe doğru daha da hızlı yol alabileceğiz". Elbette bu iyi niyetli yoruma büyük ölçüde katılıyorum. Örneğin, pamuk toplama işçilerinin az ücretle çok kötü koşullar altında çalıştırılıyor olmalarının ve her yıl Çukurova’ya Yaşar Kemal romanlarından bildiğimiz maraba göçünün yaşanmasının aslında porno endüstrisinin yarattığı sorunlardan pek de farkı yok. Sınıfsal açıdan, ezilen ve mutsuz olan bir pamuk ırgatıyla, porno aktristinin pek farkı yoktur. Öte yandan ben bir adım daha atacağım. Pamuk tarımının aksine, pornografide içkin bir sorun olduğunu, bu sorunun kapitalizmin yarattığı problemleri dahi öncelediğini iddia edeceğim. Kapitalizmin yaptığı, pornografinin içindeki bu potansiyeli kendi işine geldiği gibi kullanmasıdır sadece. Pornografideki bu sorun, anlatacağım, mutsuz porno oyuncularını, mutsuz pamuk ırgatlarından da ayıracaktır.

Öte yandan, daha da ilerlemeden hemen açıklamalıyım: erotik sanatla pornografi arasında içkin bir fark olduğunu düşünüyorum. Pornografinin erotik sanattan en büyük farkı, amacıdır. Nasıl van Gogh yıldızlı bir gecede gökyüzünü anlattığı bir yağlıboya tablo yaptığında sizin astronom olmanızı ya da gerçek gökyüzünün bütünüyle onun betimlediği gibi olduğuna inanmanızı beklemiyorsa; erotik sanat, pornografinin aksine kendini ifade etmeye çalışan sanatkarların çabasıdır. Ancak, kategorik olarak pornografinin amacı, öncelikle oyuncuların, yönetmenlerin, senaristlerin ya da fotoğrafçıların kendilerini ifade etmesi değildir. Bu nedenle, pornografi bir sanat olamamıştır. Fotoğraflar banal, sinematografik düzey düşüktür. Kategorik olarak, Britney Spears ne kadar evrensel müzik sanatını temsil ediyorsa, Jenna Jameson da o kadar erotik sanatı temsil ediyordur.

Şimdi de, pornografinin değindiğim, kapitalizmi bile önceleyen niteliğine dikkat çekelim. Pornografi kendini en fazla haz veren insan etkinliği üzerinden konumlandırır. Bu meseleyi daha iyi anlamak için, tümdengelimsel şekilde yaklaşmaya çalışalım konuya. Zira, tüm sömürü politikaları aslında benzer bir yaklaşım sergiler. Bu politikalar, örneğin, açlığı sömürerek, insan olmayan hayvanların etlerinin yenebileceğini benimsetir; cinselliği sömürerek, bu mazaretle cinsel şiddeti mazur gösterir; uykusuzluğu ve yorgunluğu sömürerek, kölelerine toplattıkları kimi tropik bitkilerin kaynamış sularını kahvaltıda insanlara içirmeye çalışır. Pornografi de insanın açık ara en fazla haz aldığı eylemin sömürülmesi üzerine kurulmuştur. Dahası, bu sömürü neredeyse her zaman kadınlar üzerinden işler, kimi zaman kadınlar bu sömürü düzenine iştirak etmeye gönüllü bile olabilir.

Muhakkak ki, ezilenlerin, artık şikayet etmemesini sağlamak, onyıllarca yıl alan bir sürecin sonucu belki de. Bu zeminde, örneğin, porno endüstrisinin anaakımlaşmasının görüngülerinden biri, pornografik edimlerin ve giyimlerin gündelik hayatın bir kışkırtıcılığı olarak, asi bir başkaldırma olarak tekrar tekrar konumlandırılmasıdır. Zamanın Punk modacısı olan Westwood’un, Sex and the City filminde örneğin, Choo ve Blahnik ile birlikte yüceltilmesi bunun belki en bariz örneklerinden biridir. Artık (çoğunlukla) kadınlar, feminist yazarların dediği gibi, kışkırtıcı ve baştan çıkartıcı şekilde giyinmeyi, suratlarını boyamayı performatiflik zemininde bir kişilikleşme süreci olarak görmektedir. “Bakımsız kadın”, kadınlaşamamış kadın haline gelmiştir. Bu, cinsellik devriminin, pornografi karşı-devrimine, ters köşe gol yiyerek yenilmek üzere olduğunun işaretlerinden biridir.

Lafı yavaş yavaş konuya getirmeye çalıştım. Andrea Dworkin’in fikri izlerini takip edeceğim. Ta Eski Yunan trajedilerinden beri Batı medeniyetlerinin merkezinde olan acı bir diskuru hatırlatacağım evvela: Kadınlar daima güzelliklerinden dolayı acı çekmişlerdir. Kadının güzel olarak kutsanmasına, güzellik tanımının kurgulandıktan sonra kadınların bu tanımı kolayca içkinleştirmesi ya da güzelleşmenin, bir tercih, estetik bir algı ya da, daha da saçmalayalım, bir “kendini iyi hissetme” etkinliği olduğunun düşünülmesi dikkate değer bir noktadır. Bu noktanın pornografiyle ilişkisi de şudur: Yaratılan güzellik imgesi, totaliter, ayrımcı, cinsiyetçi olmakla kalmaz, pornografik güzellik görüngüleriyle yüksek benzerlik gösterir. Örneğin feminist düşünür Shelia Jeffreys, tıbbi gerekliliği olmayan plastik cerrahinin, makyajın, provakatif giyinme gerekliliğinin v.s. tıpkı kadın sünneti gibi insan sağlığını tehdit eden kültürel edimlerden olduğunu ve bu minvalde bir Birleşmiş Milletler kararıyla kınanmasını ve yasaklanmasını savunur. Nasıl, kadın sünneti, benzer şekilde BM tarafından kadınlara zarar veren kültürel edimlerden biri olarak kınandıysa, makyaj da örneğin benzer şekilde kınanmalıdır Jeffreys’e göre. İşin daha da tuhafı, kadınların bu tip “güzelleşme” edimlerine gönüllü olarak kendilerini kurban etmesinin ne kadar anti-feminist olduğunun görülememesidir. En büyük Türk düşünürlerinden Emre Yılmaz’ın da yıllar önce değinmiş olduğu gibi, eskiden, işçileri karın tokluğuna köleleştirmek için başlarında kırbaçlı bir kahya bulundurmanız gerekirdi, post-kapitalist dünyada ise karın tokluğuna birilerini çalıştırmak istediğinizde insanlar kapınızda sıra olacaktır. Benzer şekilde, artık kadınları, erkeklerin pornografik imgelemlerle bezenmiş güzellik idelerine hapsetmek için zerre kadar baskıya gerek yok, bırakınız, bir çok kadın bunu gönüllü olarak zevkle yapacaktır zaten.

Bu tezlerime şimdiye dek çok tuhaf bir iki yanıt alagelmişimdir. İlki, bir kadın olmadığım için bunları (yani “hoş/güzel/bakımlı/seksi olma” isteğini ve “kadınsı estetik arzuyu”) anlayamadığımdır. İkincisi de, politik doğruluğu, kişisel zeminde çok zorluyor oluşumdur. Dolayısıyla, kimilerine göre, insanları kimi özgürlüklerden ve tatlardan kısıtlamaya çalışmaktayım.

Bu eleştirilerden ilki, apaçık bir şekilde sömürünün içselleştirilmesidir ve her şeyden önce ad hoc bir çözüm üretmektedir. Feminist argümanları, genetik koda indirgediği için faşizandır. “Kadınsallığı”, erkeklerin anlayamayacağı ama buna rağmen özümsemeleri gereken kategori olarak kodladığı için dogmatiktir. Hegelci tarihselciliği dahi es geçtiği için entelektüel içerikten de yoksundur. Zira, unutulmamalıdır ki sözü edilen dogmatik metalaştırmalar insanlık tarihinde türlü türlü medeniyette türlü türlü bağlamlar da uygulanagelmiştir. Dolayısıyla, güzel olan ha 34 beden sarışın kadın ha 16 yaşındaki İyonyalı oğlan olsun, mesele güzelliğin (yancı kuvvetleriyle birlikte) otoriter bir metaya dönüşmesi ve bunun “bir kadınsal ihtiyaç” üzerinden gerekçelendirilmeye gayret edilmesidir.

İkinci mesele, yani politik doğruluğu savunarak insanları mutsuz etmem, her ne kadar yazının ilerleyen bölümlerinde bir kere daha değinecek olsam da, biraz daha yakın alakayı hak ediyor doğrusu. Zira, sırf “keyif” uğruna kimi ufuksuz hataları anlamakta zorlanıyorum. Kızarmış ölü hayvan etinin tadından hoşlanmak nasıl bir hayvanın ölümüne sebep olmayı gerekçelendiremezse, benzer şekilde cinsel alaka görme isteği de örneğin, bu uğurda yapılan kimi edimleri de mazur gösteremez. Bu edimleri gerekçelendirmeye çalışan sahte feministlere (ya da beynelmilel tanımlamalarıyla lipstick (ruj) feministlere) baktığımızda, güzelleşme pratiklerinin ne tuhaf hezeyanlarla kendini gerekçelendirmeye çalıştığını görebiliriz. Naomi Wolf’un çeşitli kereler değindiği gibi, seksi kıyafetlerle işe gitme, gelişmiş memleketlerde ve Türkiye gibi bu memleketlerin taklitçilerinde, kadınların yazılı olmayan profesyonel kurallarından biri haline gelmiştir. Örneğin, İngiltere’de, kimi kadın garsonlar, kendilerini daha açık üniforma giymeye, makyaj yapmaya ve oje sürmeye zorlayan işverenlerini dava etmişlerdir. Şirket, her ne kadar bunun erkek müşterilerin cinsel ilgisini uyandırmaya dönük bir uygulama olduğunu itiraf etmiş olsa da, mahkemeyi kazanmıştır. Dava açan kadınlar da altı hafta sonra işlerini kaybetmişlerdir. Dolayısıyla, Wolf’a göre, kadınlar yaratılan bu rol modeller arasında ciddi bir bocalama yaşamaktadırlar. Onur kırıcı provakatif kıyafetler giymezlerse iş bulmaları ve işlerinde kalmaları zorlaşmakta, bu kıyafetlere büründüklerinde de cinsel tacize veya askıntılığa maruz kalmakta ve neticede her iki şekilde de mutsuz olmaktadırlardır. Wolf’un, Manhattan güzellik ilkesi olarak adlandırdığı bu kavram, anlaşılacağı üzere, her köşe başında bir manikür salonunun olduğu New York’un merkezi olduğu ultra-kapitalist iş ve finans sektöründe çok yaygındır. Sözü edilen, profesyonel kadınlar, sorduğunuzda içkinleştirdikleri bu güzellik metalarıyla mutlu olduklarını söylemektedirler. Bu zihniyet, artık kendi feministlerini de yetiştirmektedir. Jeffreys’ten öğrendiğimize göre, örneğin, yeni kuşak İngiliz feministlerden Natasha Walter, “kıyafet ve pornografinin” politikadan hariç tutulması gerektiğini zira feminizmin kadınların hayatının her seviyesine müdahale etmesi sorunlu olduğunu düşünmektedir. Örneğin, şarkıcı Madonna’dan (şimdilerde Lady Gaga’dan), feministlerin öğreneceği çok şey vardır Walter’a göre, çünkü Madonna, “seksi feminizm ve pornografi arasındaki ince çizgide” yer almaktadır. Çünkü, Walter’a göre kadınlar artık güçlüdür ve isterlerse bu gücü “bacaklarını ağdalamakta ve tırnaklarına oje sürmekte” harcamaktadırlar. Zira artık, kadınlar, “püriten feminizmin yarattığı suçluluk duygusundan azat edilmek istemekte, istedikleri kıyafetleri istedikleri şekilde giymeyi” arzulamaktadırlar. Diğer bir lipstick-feminist Karen Lehrman ise, örneğin, makyajın feminizmle tamamen uyuşabileceğini iddia etmektedir, çünkü Lehrman’a göre, bir zamanlar erkek sömürüsünün birer sembolü olarak görülen kimi edimler tekrar benimsenmiştir. Lehrman’a göre, güzellik, faşizan bilimadamlarının dediği gibi, çoğalmanın bir önkoşuludur ve bu nedenle hepimiz güzel olmayı arzularız. Dahası, seksi güzellik kurgusu “kadınların kendilerini daha güçlü hissetmelerini” de sağlar. Çünkü, Lehrman’a göre, seksi olmak da bir güçtür. Kadınlar, artık bu güçleri yüzünden ezilmemeli, aksine bu güçlerini kullanmalıdırlar. Benzer şekilde Nancy Etcoff da, güzelliğin bir “temel içgüdü” olduğunu öne sürmekte, erkeklerin genç kadınlara ilgisinin çoğalma dürtüsünün bir emri olduğunu iddia etmekte ve kadınların da sürekli bu şekilde görünmeye çalışmasının da benzer biyolojik dürtülerin doğal bir sonucu olduğu sonucu çıkarmaktadır.

Yukarıda sıraladığım argümanlar, bireylerin kısa süreli mutluluk sanılarını gerekçelendirmek için üretilen kimi tuhaf tezler aslında. Yapılan, doğrudan nedensellik ilişkisi olmayan iki nesne ya da edim arasında nedensellik ilişkisi kurmaktır. Örneğin, Coca Cola içmek sizi mutlu eder demekle, güzelleşmek sizi mutlu eder demek benzer şekilde abestir, ama gelin görün ki, reklam endüstrisi ya da kapitalist ekonomi tüketici kültürünü bu şekilde yaratır.

Dolayısıyla, evvela alışkanlıklar ya da sosyal baskı nedeniyle buruksu ve kekremsi bir mutsuzluk hali yaratabilecek olsa da bu anaakım kozmetik güzellik anlayışından ve bunların kökeninde yatan pornografik cinsellik algısından sakınmanın elzem olduğunu düşünüyorum. Nasıl, sigarayı bırakmak tiryakiyi ilk aylarda mutsuz edebilecekse ve fakat bu mutsuzluk orta ve uzun vadede mutluluğa dönüşebilecekse, kozmetik güzellik algısından özgürleşmek de benzer bir etkiye sahip olacaktır. Ya da şöyle diyelim, kimi tedaviler, evet acı verir ama nihayetinde sağaltır da.

Özetleyeyim, bir serbestinin veya liberalizmin ürünü olan kimi gelişmeleri, özgürlüğe mal etmek, liberalizm ile anarşizm arasındaki aşikar fark gibidir. Benzer şekilde, elde edilen serbestilere, özgürlüklerden vazgeçme pahasına sevinmek de politik arenada havlu atmaktan farksızdır. Peki, serbesti düzeyiyle yetinmeyeceksek ve kendimizi çiğ liberalizmden ayıracaksak, bu özgür cinselliği nasıl inşa edeceğiz?

3. Özgür Cinsellik: Bir Öneri

Özgür cinsellik ve benzeri tartışmalar aslında daha genel bir sorunun alt kategorileridir. Acaba cinsellik tüm halleriyle birlikte, politik olarak doğrucu mu olmalıdır?

Günümüzün ünlü ahlak felsefecilerinden Peter Singer, cinsellik ve seks felsefelerine değindiği bir makalesinde “cinselliğe dair ahlaki ilkelerin, araba kullanmaya dair ahlaki ilkelerden farklı olmadığını” belirtir. Diğer bir deyişle, örneğin, “zarar vermemek” gibi bir politik ilkeniz varsa, alkollü araba kullanmamanız gerekir. Benzer şekilde de, bireyler de kendilerini cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korumalı ve bunları bulaştırmamalıdır örneğin. Dolayısıyla, elimizdeki ilk argüman şudur: cinsellik ahlak felsefesi zemininde istisnai bir yer teşkil etmez. Yani, korsan DVD satın almak ve fuhuş, benzer ahlaki ilkelerle çözümlenmeye çalışılır.

Ama, tüm bu ahlakçılığın başlıca iki yan etkisi var. Birincisi, ahlakçılık sıkıcıdır. İkincisi, ahlakçılık totaliterliğe meyillidir. Diyeceğim belli, ahlakçılığın, ne kadar iyi niyetle ortaya konmuş olursa olsun, anarşist bir dokunuşa ihtiyacı vardır. Şimdi bunu açalım.

Ahlakçılık görünüşte sıkıcıdır. Zira, püriten ya da değil, ahlakçılık önceden belirlenen (a priori) ve katı (rigid) kurallarla hayatı din gibi yönetir. Kurallar ve bu kuralların ötelediği eylemler bellidir. Anarşizmin dokunuşuna ihtiyaç duyulan nokta kuralların, somut bir sözleşmeden ziyade, ilkesel ve soyut kategoriler olduğunun hatırlanmasıdır. Anarşizmin örneğin, otoriter olmama, ilkesinin hayatı sıkıcılaştırdığını öne sürmek demek de benzer bir şekilde komiktir. Öte yandan anarşist ahlakçılık, örneğin, cinayeti bir kategori olarak dışlarken, katil ile maktülün aynı kişi olduğu özel bir tür cinayet olan intiharı ya da katilin doktor, maktülün hasta olduğu gönüllü otenaziyi dışlamaz, tu kaka etmez.

Anarşist ahlakçılık, yatak zemininde ya da değil, hazzı ve keyfi de yeniden tanımlar görünür. Kimi düşünürün, sorumlu haz dediği bu kurgu, tüm biyolojik itkilerin doyurulmasının zorunlu ve gerekli olmadığını öngörür. Dünyadaki her nimetin insanların emrinde olmadığını da bu şekilde ima ederek, malum dinlerden de kendini ayırır.

Dolayısıyla, evet, vahşi bir tüketici zihniyetle yaklaşıldığında, anarşist cinsellik ahlakı sıkıcıdır zira bireyleri pornografiden, cinsel şiddetten ve cinsel tüketicilikten uzaklaştırır. Buna “sıkıcı” demek, en kibar halimle yazıyorum inanın, insafsızlıktır.

Ahlakçılığın, totaliterleşme potansiyeli vardır. Doğru. Bu topraklarda 80‘lerde çıkan efsanevi ve muazzam dergi Kara’da bu mesele dolaylı olarak tartışılmıştı. Yanılmıyorsam, tartışmaların odağı daha çok “çocuklarımızı ne kadar anarşist yetiştirmeliyiz?” sorusuydu. Yani, anarşistin acaba anarşizmi “dayatma” hakkı ne kadardır?

Öne sürdüğün ahlakçılık, kimi insan edimlerinin yanlış ya da ahlaksız olarak adlandırılmasında bir beis görmüyor. Ancak, zurnanın zırt dediği yer aslında, neyin tu kaka olduğunu tespit etmek değil. Zurnanın zırt dediği yer, yani anarşizmin ayırdedici özelliği, anarşizmin suç tespit etmesine rağmen, bu suça bir ceza öngörmemesidir. Yani, anarşizm tecavüzü bir kabahat/suç olarak adlandırır, ancak tecavüzcüye harici bir ceza öngörmez (”Suçlunun” harici değil de “dahili” bir ceza çekmesi gerektiği ayrı bir meseledir). Dolayısıyla, anarşizm etkilenimli ahlakçı cinsellik de, en azından kuramsal manada, tabular yaratmaz, koyduğu kurallara karşı çıkanı yargılayıp cezalandırmaz. Daha da önemlisi, anarşist ahlak biricik değildir veya biricik olmak zorunda değildir. Malum ve genel geçer anarşist fikriyat çerçevesinde birbiriyle çelişmeyen onlarca anarşist ahlak oluşturulabilir: Hıristiyan anarşistlerin ahlakıyla, isyancı anarşistlerin ahlakı da aslında benzer ilkelerden beslenir her ne kadar edimleri apayrı uçlarda görünse de. Bu kısaca, anarşist ahlakın ne sıkıcı ne hukuksal bir sistem olduğunun göstergesidir.

Cinsellikte de politik doğruculuğu savunmanın, zorluğu elbette beden politiklarının tanıdık zorluğundan farklı değil. Midemize gireni politik olarak düzenlemek, aldığımız nefese politik bir filtre takmak da benzer şekilde güçtür - zevk ve alışkanlıklar, başlıca düşmandır sosyal baskılarla beraber. Cinsellik zemininde politik doğruculuğun ufuksuzca tu kaka edilmesinin ardında da bu zaafiyet vardır: zira anarşizan ahlak tozu yutmuş cinsellik zordur.

Kimi cinsel antropoloji eserlerinde, cinsel hazda doruğa ulaşan insanların diğerlerini korkuttuğunu, hatta kimi zaman dehşete düşürdüğüne dair anekdotlar görülür. Orgazma ulaşanların içine cinlerin girdiği, şeytana esir oldukları, hastalandıkları düşünülür. Hatta, Fransızların dediği gibi küçük ölümdür (La Petite Mort) bu. Bence bu nokta, anarşist ahlakın gerekliliğini tatlı bir nükteyle açıklıyor. Küçük bir ölüm de olsa bu, doğru bir ölüm olmalıdır!