Web Analytics
Salgın Devrinde Kitaplarla Gezmek: “Gezenti” | Can Başkent

Can Başkent

SALGIN DEVRİNDE KİTAPLARLA GEZMEK: "GEZENTİ"

CAN BAŞKENT

Gökyüzünde leylek görenlerimiz için bu günler daha da zor. Tek çaremiz, gezi kitaplarıyla kendimizi dizginlemek belki de. Çünkü salgın günlerinde kitaplarla gezintiye çıkmak pekala mümkün.

Alp Aslan’ın yeni çıkan kitabı “Gezenti” çoğumuzun alışık olmadığı türden bir gezi güncesi. Gezenti’yi ilgi çekici yapan, gezginin nerelere gittiğiyle beraber nasıl gittiğinin ve neler yaşadığının da istisnai olması.

Gezenti, bu konuda dolu dolu. New York’tan Kamboçya’ya, Guyana’dan Moğolistan’a, Erivan’dan Patagonya’ya, Afrika hariç neredeyse her kıta var kitapta. İlk görünüşte etkileyici bir liste değil mi? Hayır, aslında değil. Çünkü Alp, şurda burda aşina olduğumuz yuppy’lerin aksine skor tutmuyor. Ayak bastığı ülkelerin havasını atmıyor, kazanımlarını toplumsallaştırmaya çalışıyor. Bunu da sürdürülebilir bir şekilde yapıyor. Bunu yaparken anlattıkları da, halk öyküleri oluyor. Örneğin, bir anarşist icadı olan langırt hikayeleriyle bizi Berlin’den Barselona’ya götürüyor. Mate tarifleriyle bizi Güney Amerika’nın derinliklerinde terletiyor. Şaman festivallerin izini Doğu Avrupa’da sürüyor. Züppe lokantaları, şaşalı müzeleri değil — ki bunlara dair bilgilere ulaşmak artık çok kolay — halkları, insanları, bireyleri anlatıyor dünyanın dört bir yanından. Bunu da yer yer ironik, yer yer mizahi bir dille yapıyor.

Örneğin, La Paz’dan Peru’ya geçerken neler olabileceğini anlatıyor Alp: “La Paz’dan otobüsle Peru sınırına varıyoruz. Peru sınırı akşam sekizde kapanıyormuş, sabah açılıyormuş. Dolayısıyla bizden sonra otobüs olmamasından mütevellit millet sınıra yığılmış, birbirini çiğniyor. Bolivya çıkışından itişe kakışa geçip giriş için beklemeye başlıyoruz. Ve tam tahmin ettiğim gibi sıra bana gelince sınır polisi pasaportumu açar açmaz, düşünceli bir şekilde önündeki Nuh Nebi’den kalma bilgisayardan bir şeyleri okumaya başlıyor. On dakika sonra da vizemin olmadığı gerçeğini yüzüme vuruyor. “Doğru” diyorum sakince, “zira vizeler üç yıl önce kalktı.” Yine bilgisayarda bir şeyler araştırıyor, düşünceli bir biçimde inceliyor ve nihayetinde beni yanına çağırıyor. Önünde bir tane word dokümanı açık ve orada bize vize uygulaması olduğu yazıyor. “Bu güncel değil diyorum,” istifimi bozmadan. “Uygulamanın kalktığını bilmesem böyle gelir miydim?” diyerek güncel bilgiye nasıl erişebileceğini soruyorum. İçeri gidiyor, geliyor, gidiyor ve gelip bilgisayarda bir yerlere bakıyor yine, yirmi dakika kadar sonra girişi basıyor.”

Alp bunu anlatıyor çünkü, sınır polislerinden çok çekmiş. Hangimiz çekmedi ki zaten! Ama Alp, bunu anlatırken, iktidar sahibi sınır polisleriyle nasıl baş edilmesi gerektiğini de anlatıyor inceden. Çünkü bu, Türkiye pasaportu olan çoğu gezginin ya başına gelmiştir, ya gelecektir.

Alp ile benim de kısa bir gezentiliğim olmuştu. On yedi sene önce [1]. Dönemin başat ekolojik aktivist kampına gitmiştik. Gezimiz matraktı, eğlenceliydi. Ukrayna taşrasına ulaşmak için sırasıyla Karadenizi aşan bir gemi yolculuğu, sonra otobüs, sonra tren, sonra uçak, sonra da otomobil yolculuğu yapmıştı. İstanbul’dan kamp yerine ulaşmak için kullanmadığımız araç kalmamıştı. Azeri mafyasıyla içli dışlı olmaktan tutun da, yarım gün rötarlı gemiyle günlerce Karadeniz’de seyretmeye kadar türlü türlü macerlar yaşamıştık. Hoş, bu sadece “yol” öyküsüydü, zira kampa varınca, o zamanlar gençlik cep telefonu esiri değildi zira, meselenin politik boyutuna da adapte olmuştuk. Yaşayarak örnekleyerek siyaseti şiar edindiğimiz için, elimizden gelen türlü türlü yöntemlerle aktivist kampa katkıda bulunmuştuk. Kampın en güzel yemeğini yaptığımızı da yıllar yıllar sonra dahi yoldaşlardan duymuştuk, kulakları çınlasın. Gezenti, o günlerden beri yazılan, o günlerden beri biriktirilen bir kitaptı.

Kitabın tek eksiği var. Alp güzel fotoğraf çekemiyor! Kitaba dahil edilmiş birkaç resim, her ne kadar ilgi çekici olsa da, gösterdiklerinden ziyaade göstermediklerini çağrıştırıyor. İnsanın tadını damakta bırakıyor.

Gezenti’de anlatılan sadece insan öyküleri, sosyal antropolojik örneklemler ya da insan coğrafyası değil. Tüm bu “maceraların” ardından bir ruh var. Alp bunu anlatmaya çalışıyor. Amazonların derinliğine, Orta Asya’nın göbeğine ya da Güney Asya’nın adalarına insanı çeken bir ruh. Sokakları arşınlamanın, bir hafta sonra nerede ne yapacağını bilmemenin ruhu. Bu ruh en son 68’lerde Paris’te ya da Berkeley’de kalmıştı. Alp bize bu ruhu tekrar anımsatıyor, bu ruhu tekrar tekrar anımsamamızın aslında ne kolay, ama bir o kadar da ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

Notlar

1. Ekotopya 2003, CB, Batur Özdinç’e Verilen Röportaj, Yeni Harman, 2003.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.