Web Analytics
Mecmua | Can Başkent

Can Başkent

MECMUA

CAN BAŞKENT

0.

Beni yakından tanıyanları bile bilmediği bir sırrı sizle paylaşmak isterim. Ben kitaptan çok dergi okuyorum. Hem de yıllardır.

1.

Dergileri biriktirdiğim de oluyor, okuyup attığım da. Kimi makaleleri dijital olarak saklıyor, kimilerini yıllar sonra bile aklımdan çıkaramıyorum. Kimi dergileri tekrar çıksa diye özlemle anıyor, kimilerini artık çıkmasa diye düşünsem de hala nostaljik bir sadakatle okuyorum.

Her hafta amacım, bizim memlekette kimi gazete okurları için söylenegelen tabirle, satır satır bu dergileri okumak oluyor. Çoğunlukla, tahmin ettiğimden de fazlasını satır satır okuyorum. Kimi yazıları okurken, bitiremeden sinirlenip dergiyi fırlatıyorum duvara. Gazeteciliğin günümüzde geldiği yer nedeniyle olsa gerek, okuduğum hiçbir siyasi, iktisadi ve düşünsel dergi artık neredeyse hiç “iyi haber” içermiyor. Haliyle, bu konularda okuduğum dergiler birer felaket tellalı, umutsuzluk kaynağı, gerçekçilikle karamsarlığı denk tutan editöryal politikaya sahip şeyler. Belki de bu dergileri başarılı ve saygın yapan da bunlardır, emin değilim.

Ancak yine de ben, bunun dengesini tutturamıyorum. Her sayfasını büyük bir sürpriz beklentisiyle, belki yanılıyorumdur umuduyla açtığım dergiler, son sayfayı çevirdiğimde beni derin bir karamsarlığa gömüveriyor. Çoğu insanın aksine, karamsarlığa meyilli olmadığım için belki de, gerçekçiliğin karamsarlıkla, sağlam delillerle ve etkileyici info-grafiklerle ve kuvvetli argümanlarla, denk tutulması beni sarsıyor. Gerçeklikle olan ilişkimin sarsılması dengemi bozuyor. Bu dengeyi nasıl tutturacağımı hala bilemiyorum.

Mizah dergisi okumak, hele bizim memlekette, örneğin, bu dengeyi yeniden kurmama hiç yardım etmiyor. Zira, ironik ve siyasi mizahın baskın bir siyaset yapma şekli olmasının bende yarattığı rahatsızlığın da, tüm bu dengesizliğin üstüne, yeniden ortaya çıkmasına yol açıyor tüm bunlar. Günümüzde mizah dergisi okumanın dengi, belki de, komik twit hesaplarını takip etmek. Gerçekten akıllıca ve komik laflar çakan, iki cümlelik ironilerle bize hemencecik tüketilebilen mizah öğreten bu hesaplar sosyal medyada zaman geçiren çoğu insanın günlük hayatına girdi. Bununla kalmadı, siyasi argüman üretmenin, laf çakan mizahla denk olduğuna ikna etti birçok insanı. Bilhassa kimi siyasetçiler laf çakmalı konuştuklarında, birden iyi siyasetçi ilan edildiler. Çünkü, mizahın kötüleşmesi, triviumun temellerinden uzaklaşmamıza, neticede de triviumun temellerini laf çakmaya indirgememize yol açtı. Bunun sebebini de, benim de yaptığım gibi, dergilerden okumak mümkün. Siyasal İslamın baskılarıyla kötüleşen ve azalan mizah dergileri, kuzum kaç çizer ve mizahçı memleketten kaçtı biliyor musunuz, buna mukabil twitçilerin popülerleşmesi böyle bir entelektüel iklim yarattı. Bu iklimin fırtınaları da dergileri paramparça ediyor, kafamızı allak bullak ediyor.

2.

Keza, iç açıcı tabiat fotoğrafları seyretmek de, bu devirde ekolojiye dair umutlu olanımız var mı, dengemi yerine getirmiyor. Kocaman bir makro objektifle salyangoz kafası seyretmek ya da güzel bir dronun çektiği nehir mendereslerine bakıp bakıp dalmak, söz konusu görselliğin gündelik hayatımızdan ne kadar uzak olduğunu hatırlatıyor bana. Bu mesafeyi de ancak ve ancak, internetin değil de, dergilerin kapatabileceğini düşünüyorum. Fakat dergiler, bozdukları dengemi yerine getirememelerinin başka bir nedeni de bu işte, bu mesafeyi kapatamıyor. Aksine, tabiatın bu harikalarının artık ancak dergi sayfalarında olacağına, yani ekolojik yıkıma dair tüm karamsar tasavvurların gerçek olduğuna beni ikna ediyor. Dengem daha da bozuluyor.

Dahası, şunu yapacağız, bunu değiştireceğiz diye sözler verip, bu sözlerin hiç birini, evet hiç birini, tutmayan ve tutamayacak olan yazılarla okuru gaza getiren sahte-sol dergileri okumak da dengemi yerine getirmiyor. Yok, siyasal islam hesap verecekmiş, yok adalet yerini bulacakmış, yok direne direne kazanacakmışız, yok herkese ekmekmiş. Keşke bu kadar basit olsa hayat. Solcu olmamak istiyorsanız, sol dergiler okumak gerektiğinin kanıtı olan bu yayınlar, dengemi daha da bozuyor. Zira, solun hali buysa, sağ ideolojilere onyıllarca daha maruz kalacağımızı anlıyorum. Sola dair karamsarlığımın gerçeğe dönüşeceği korkusu ve telaşı ve kaygısı ve bunalımı, dengemi daha da bozuyor.

Diyeceksiniz ki, dengeni dergiler bozuyorsa, bu dengenin yeniden tesisi için demek ki dergilerin dışında bir şeyler aramalısın. Bakın, bu tez üzerine çok düşünmüşlüğüm vardır. Dengeyi bozanla yeniden tesis edenin aynı kategoride olamayacağının kabülü, bir dergi okuru olarak, benim benimseyemeyeceğim bir şey. Çünkü nedenlerim var. Evvela, sırf dengemi düzeltecek bir dergiyi ben bulamadım diye, böyle bir derginin var olmadığına ve olamayacağına inanmak benim için anlamsız bir adım. Zira böyle bir ön kabül, hem aradığım dergiyi bulamadığım için beceriksiz olduğum itirafını içerecek, hem de, bakın burası çok daha önemli, böyle bir derginin var olamayacağı tahminini içerecek. Bu nedenle, bu tezin ele gelir yanı bir yok benim için. Dengemi dergiler bozuyorsa, dergiler yeniden tesis edecektir.

Bu nedenle, dergi keşfetmek benim için önemli. Bunun için bir dergiyi en az bir sene deniyorum. Haliyle, sadık kaldığım dergi sayısı, vazgeçtiklerim yanında çok düşük. Uzun vadede bu beni elbette ki yordu. Üstüne üstlük yeni çıkan dergilerin sayısı da azalınca, yeni dergi deneme sıklığım düştükçe düştü. Bunun iki temel sonucu var. Bir, elde kalan dergilere sadakatım arttı. İki, tüm bu güncel şartlar altında yayına başlayan yeni dergilere dönük sempatik ve ilgim de arttı.

Akla gelen örneklerle bu girdabı izah edebilirim. Seneler önce, dergilerin yerle yeksan ettiği moralimi düzeltmek için yine bir dergi keşfine çıkmış ve Collection dergisini keşfetmiştim. Nostaljik biri için harika bir dergiydi. Yıllar süren sadakatim, gene dengemin bozulmasıyla sona erdi, zira koleksiyonerlik, Indiana Jones değilseniz eğer, bu devirde İstanbul’un belli sokaklarında para harcamanızla denkti. Bilhassa filateli ve nümizmatikte. Koleksiyonerliğin burjuvaların (ve hatta küçük burjuvaların) para harcama zevkine dönüştüğü karamsarlığı, realiteye mesafemi arttırdı. Dergiye sadakatim de bununla beraber yok oldu.

Eski dergilere sadakatimin, dergi keşfine paralel olarak artmasına bir örnek isterseniz, akla ilk gelen dergi Güldiken. Oğuz Aral ekolü dışındaki grafik mizahın en kusursuz temsilcisi Güldiken’di. Ömrü kısa oldu ama ardında, ben dahil, son derece sadık bir okur kitlesi bıraktı. Zamanla benim Güldiken’e sadakatim artarken, buna paralel olarak gaste kağıdına basılı ergen ve erkek porno mizahına da mesafem arttı.

3.

Siyasetin ve iktisadın karamsarlaştırdığı bir ortamda, insanın keyfini yerine getirmek için iyi bir dergi bulmak yetmiyor. Bu dergiyle zaman geçirebilecek düzgün bir zaman ve mekanı ayarlamak da gerekiyor. Şehirli hayatlarda bu zor iş.

Kimi romantiklerin aksine göl kıyısı, ağaç gölgesi, nehir şırıltısı gibi şeyler benim dergi okumak için ilgimi çeken yerler değil. Çay-kahve içmek ise hiç meraklısı olmadığım işler.

Dergi okurken, evvela yanımda dijital bir aygıt olmalı — tablet en iyisi. Çünkü, örneğin kritiği okunan albümün bir iki şarkısı dinlemek, filmin fragmanını izlemek önemli. Keza, iktisat okurken öğrenilen şeylerin devamını getirmek için dijital bir aygıt ve Wikipedia epey işe yarar.

Keza, dergiyi okuduktan sonra elden çıkarmak önemlidir. Çünkü, bu derginin yeni sayısını merakla beklemeyi sağladığı gibi, dergi okurunun kağıt çöpçüsü olarak görünmesini de engeller. Çok meraklıysa okur, dergi kupürlerini sınıflayarak saklayabilir, eski dergileri de eşe dosta dağıtabilir. Ancak, günümüzde, dergi abonelikleri genelde derginin internet arşivine de abonelik verdiği için, beğenilen kupür ve röportajlar dijital olarak biriktirilebilir. Kiminin aksine ben bunu webde, bulutta, derginin internet sayfasındaki hesabımda değil, bilgisayarımdaki bir not alma uygulamasında yapıyorum. Böylece kupür kendi bilgisayarımda oluyor, erişimi daha kolay, arşivlemesi daha kolay, araması daha kolay oluyor. Dijital veri çöpçücü olmamak da cabası.

4.

Dilini ve hatta alfabesini anlamadığım dergilere “bakmak” da beni mutlu ediyor. Sadece sayfa düzeni ve tipografi sanatı hayranlığım nedeniyle değil, anlamadığım hikayelerin güzel bir şekilde yazıldığını hayal etmek beni ürkek bir şekilde sevindiriyor. Fark etmişsinizdir, bu da karamsarlıka gerçeği eş tutarak dengemi bozan dergilere karşı bir direnişim. Çünkü, dilini ve alfabesini anlamadığım dergilerin gerçekliği benim dünyamda olan bir şey değil, çünkü anlamıyorum yazılanlar ve çizilenleri. Biraz önce anlattım, bozulan dengeyi yeniden tesis etmenin yolunun yine ve yeniden dergilerden geçebileceğinin en eğlenceli kanıtlarından biri de bu: farklı dil ve alfabelerde yayınlanmış dergileri elden geçirmek.

Derginin, bu nedenle, kitabın aksine, dilden bir nebzecik daha bağımsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü dergiler, düz metin dışındaki şeylerle de doludur genelde. Karikatürlerde tutun da şiirlere ve çizgilere, dergiler multi-artistiktir. Haliyle, anlayamayacaklarınız kadar, anlayabildikleriniz de olabilir bir dergide. Bu, zaten her dergi okurunun sevdiği bir şey bence.

Günü ve gündemi ve günceli anlamak için dergi reklamlarını da seviyorum. Kimi boyalı dergilerin eylül sayılarından tutun da, eş dosttan alındığı belli reklamlarıla dolu dergileri incelemeyi de seviyorum. Çünkü, reklamlar kadar derginin beklediği okur kitlesinin ne olduğu ifşa edebilen başka bir şey yok. Reklamlar kadar dergi yayıncılığının iktisadi dengesini ve formülünü ifşa eden bir şey de yok.

5.

Dergilerin kitapların ve e-kitapların yerini alacağını düşünmüyorum. Ama kitapların dergileşmesini istiyorum. Bunu yer yer Propaganda’da yapabildiğimi düşünüyorum. Kitapların sayfalarına “alakasız”, ta Akbaba’dan hatta, karikatürler yerleştirmek, mizanpaja (ePub formatı ne kadar izin veriyorsa) özenmek, pdf üretiyorken Tufte mizanpajı için günlerimizi harcıyorduk, akla gelen ilk bir iki örnek.

Kimi özelleşmiş yayınevlerinin (Taschen ve Phaidon ilk akla gelenler), dergiler gibi cıvıl cıvıl, resmi bol, cildi güzel kitaplar yayınlaması da başka bir örnek.

Bununla beraber dergilerin de kitaplaşmasına oldukça sıcak bakıyorum. Cogito, akla gelen ilk örnek. Kitap gibi dergiler yerine kitap-dergiler bu işi sevenlerin ve bilenlerin merakla beklediği ve okuduğu şeyler.

Tüm bu saydıklarım, kitaptan çok dergi okumama yol açıyor.

6.

Başka bir hayatta ve zamanda yaşıyor olsak çıkarmak isteyeceğim dergileri sorarsanız, cevabım hazır.

Ama bundan önce “her” dergide olması gereken kimi özellikleri, bir manifesto edasıyla, betimlemek isterim.

Bir, derginin baskı kalitesi, tipografisi ve sayfa düzeni, görsel seçimleri ve boyutları derginin amaç ve temasına uygun olmalı. İdeal şartlar altında, derginin kendi fontu ve mizanpaj karakteri olmalı.

İki, dergi reklamlar hariç 64 sayfayı geçmemeli.

Üç, dergide okur mektupları köşesi, hatta gerekirse, derginin ve yazarlarının bu mektuplara cevapları olmalı.

Dört, dergide kritik sayfaları olmalı. Derginin temasına ve kapsamına göre bunlar kitap, müzik, tiyatro ve televizyonu içerebilir.

Beş, yayınlanacak yazı, çizi ve resimlerin kalitesi her şeyden üst tutulmalıdır.

Altı, dergide yayınlanan her çalışma için bila kaydü şart telif ödenmelidir.

Yedi, derginin abonelik ücreti aynı sürede çıkacak dergilerin bedellerinin yüzde 60’ını geçmemelidir. On liralık bir aylık derginin yıllık abonelik bedeli 72 lira, üç ayda bir çıkan yirmi liralık derginin yıllık abonelik bedeli ise en fazla 48 lira olmalıdır.

Sekiz, dergiler kah dijital olarak pdf formatında, kah kütüphalerde, kah yayınevince arşivlenmeli ve indekslenmelidir.

Çıkarmak istediğim dergilere gelince…

Evvela, kent güzellemesi dergisi çıkarmak isterdim. İstanbul’dan tutun da Bodrum’a dek, kentlerin yeni ve güzel köşelerini, bu kentlere dair yazılmış tarihi ve modern güzellemeleri içeren rengarenk bir dergi…

Sonrasında, ciddi bir röportaj dergisi yayınlardım. Yaşar Kemal’in yazarlık yıllarının başlarında ürettiği ve hatta Atlas dergisinin ilk on yılında yayınladığı türden, uzun, detaylı, kapsamlı, harika resimlerle bezeli ve iyi yazılmış röportajlar içeren bir dergi…

Ekonomi ağırlı haftalık bir siyaset dergisi yayınlamadan olmaz. Bu konuda örnek alınacak dergi çok, ancak bizim memleketin havasına suyuna uygun bir üslup geliştirmek için epey düşünürdüm.

Kategorik olarak hobi dergisi diyebileceğim bir dergi de çıkarmak isterdim. Adı da hazır, ‘Zevk’. Hayatın zevklerini anlatan, bunların peşinde koşan romantiklerin öykülerine ve ürünlerine yer veren, savoir vivre’den folklorik rutinlere de dek geniş bir içeriğe sahip bir dergi… Böyle bir projenin ekibini hayal etmek bile insanı mutlu eder.

Tüm bu seçimlerinin elbette detaylı ve belki de duygusal nedenleri var. Evvela, bu dergilerin karamsarlığı iyi günlere saklamamız gerektiğini salık veren bir ideoloji içerecek olmaları, olumlu bir hava yaratacaktır. Çünkü bu sayede dergiler kalıcı olacakları mesajını verecek. Hani bazan olur, yeni bir dergiyi elinize aldığınızda, o derginin istikbalinin pek parlak olmadığını, acıtsa da yakında kapanacağını sezersiniz ya, bu dergilerin saçacakları ışık bunun tam tersi bir mesaj ve moral vermelidir. Kalıcı, bitmek bilmeyen bir dünyanın bitmek bilmeyen umudunu içeren sayfalarla dolu bir dergi.

7.

Behey şaşkın, hani fanzinler, diyeceksiniz. Onu da, dergi okumaktan zaman bulabilirsem, bir sonraki yazıda anlatacağım.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.