Web Analytics
Fanatik Mecmuası | Can Başkent

Can Başkent

FANATİK MECMUASI

CAN BAŞKENT

Fanzin dünyasını bırakmam hiç zor olmadı. Cesur yeni dünyanın yeni hayatlarını, yeni heyecanlarını, yeni formlarını hemen kabüllendim.

Bunu kabüllenirken, egomun bende açtığı yaraları da sarmaya çalıştım. Çünkü, fanzinlerde yazıp çizmekle ve fanzin yayınlamakla ego arasında güvercin ürkekliğinde bir ilişki var. Elbette ki her yazar çizer ürün yaratırken bunu biraz kendi egosu için yapar. Fanzin kültüründe, en azından benim dahil olmaya çalıştığımdakinde, egonun ürünü etkilemesine izin vermemek lazımdı. “Piyasaya dönük” iş yapmaktansa, insanın içinden geleni yapması halbuki ne güzeldi. Ne olur ne olmaz, kimi fanzinciler bunu yaparken kendi adlarını kullanmaz, mahlasla üretim yaparlardı. Böylece kişinin adının, piyasaya dönük yanının ortaya çıkması engellenmeye çalışılırdı. Mahlaslı, isimsiz fanzinler kişinin kimliğini saklar, egosunu tatmin eder, fakat neticede bu ego tatminin aşırıya kaçmasını da engellerdi. Mesele ben değildi, ama bir yandan yine de bendi. Bu yazar - çizer - editörle fanzin arasındaki ilişkiyi daha da romantikleştirirdi.

Fanzinlerin, bir nesil olarak, kendilerini imha etmesine neden olan iki büyük faktör var. Bu iki faktör de bu ego meselesine bağlı. Birinci faktör, değindim, her fanzincinin mahlasa bağlı kalma ihtiyacı hissetmemesi. Açık adı-soyadı, adresiyle fanzin yayınlayıp, üretim sürecinde ben’i yok yere vurgulamak, fanzinlerin ölmesini sağlayan ilk nedenlerden biriydi bence. Zira, kurtuluş yok, bir iki şanslı fanzinin yazarı ya da editörü değilseniz, fanzinden gelecek itibar, şan şöhret dişinizin kavuğunu bile doldurmayacaktır. Bir iki groupie ya da meraklının sağlayacağı ilgi ve hayranlık da belki bir yerden sonra yetersiz hale gelecektir. Bu hayal kırıklığı, emeğinin takdir edilmediğini hissetmek, her üretiminin altına adını soyadını bastıra bastıra yazan birinin kaldırabileceği bir şey değil. Çünkü bu kadar emek yoğun bir şeyde, adınızı yazıp ilgi bekliyorsanız, çok büyük ihtimalle bunu alamayacaksınız. Takdir edilmemek de sizi üzecek. Romantik ilişkide ilk kopuşlar başlayacak.

İkinci faktörse, fanzinciliğin sadece bir tercih değil, genelde, iktisadi bir zaruretin bir sonucu olması. İmkan olsa, onbinlerce basılıp, profesyonelce hazırlanıp dizilecek bir dergiye dönüştürülecek işlerin, mecburiyetten fotokopiyle dağıtılmak zorunda kalması da kolay kolay baş edilebilecek bir mesele değil. İmkansızlıklar neticesi doğan fanzinlerin de uzun ömürlü olması elbette mümkün değil. Şanslılarsa, matbu profesyonel dergilere dönüşürler, şanssızlarsa sonuç belli.

Her iki yolun da yıkıcı ve hayal kırıklıklarıyla, ah Abelard duy beni, dolu olduğunu görmek zor değil. Eh, ben iki yolu da denedim. Söz konusu yıkım ve hayal kırıklarıyla da bir şekilde baş etmeyi öğrendim.

Bu sırada da fanzinlerin dergilere alternatif olduğunu hiç düşünmedim, faturayı fanzinlere, “fanzin alemine” kesmedim. İkisinin de apayrı şeyler olduğuna ta baştan kaniydim. Yıllarca isimsiz fanzinler çıkardım. İnsanüstü emeklerle bunları dağıtmaya, yaymaya çalıştım. Her detayı için günlerce düşündüm, logo fontundan, kapak desenini nerede kime çizdirebileceğimi düşünmeye dek, onlarca deneme ve eskiz yaptım. Güncel tabirle, epey yatırım yaptım. Neticede, elbette bu emeğin azıcık da olsa karşılığını almadım sanırım. Yanlış anlamayın, kırgın ya da gücenmiş değilim. Ancak bu kolay bir mücadele değil. ‘Ben’den başka güvenilir çok az kişi vardı çevremde.

Marksçı olamamamın en birincil nedenlerinden biri de bu. Çünkü emek-değer siyaseti meselesi açılınca hala aklıma gelen ilk örnek, bir fanzincinin trajedisidir. Karşılığının alınmayacağını bile bile bir insanın bu kadar emek sarfetmesi, ekonomik dinamiklerle açıklanacak bir şey değil.

Öte yandan, imkansızlıklar nedeniyle fanzine “mahkum olmuş” işler çıkardığım da çok oldu. Gece yarılarına kadar toplantılar yapılan, etkileyici bir görsel ve editöryal karakteri olan, sanatsal bir mizanpaja ve tipaja sahip, editöryal toplantıları heyecanlı ve çekişmeli, onbinlerin okuduğu bir dergi çıkaramayacağım için, ki böyle bir isteğim olduğundan da pek emin değildim, elim mecbur, fanzin çıkarmıştım. Eline alan fanzinin emek yoğun olduğunu görse de, bu gözlem bir değere pek dönüşmüyordu.

Dediğim gibi internetin fanzinleri öldürmesi, ya da ölümlerini kolaylaştırması beni üzmedi. Keza, fanzinlerin internete taşınabileceğine bir umudum da asla olmadı. Çünkü değişen sadece kağıdın bytelara dönüşmesi değildi. Devir değişmişti. Ve bu normaldi.

Çünkü, biraz önce değindiğim iki faktörün de internette var olabilmesi mümkün değil. İsimsiz bir iş yapmak teknik olarak imkansız zira bilgisayarınızın falan IP kayıtları rahatlıkla ortaya bulunabilir. Keza, ekonomik imkansızlıklar da webzinler için bir değildi, zira html kullanarak basit bir site yapmak kolaydı. Dahası, 25 yıl önce falan, bir e-fanzinin, webzine’in sayfası, görsel olarak büyük bir gazetenin websayfası seviyesine rahatlıkla erişebiliyordu. Bu belki, sınıfsal bir ayrım yaratsa da, webzine yayınlamayı kolaylaştırıyordu. Ayrım sınıfsaldı, zira sadece interneti olan html, ftp falan bilenler bu işi yapabiliyordu. Kimisi için oldukça zordu bunlara erişmek. Ama yine de, kağıt üstünde de olsa, tüm bu kolaylıklara rağmen webzine’lere inanamadım.

Diyeceksiniz, fanzinler ölmedi, belki şekil değiştirdi. Sağda solda bir çok fanzin fuarı var, kimi kitapçılarda hala fanzin bulmak mümkün. Keza, bir zamanlar herkesin birer blogu vardı ve üretilen işler fanzin ayarındaydı. Doğru. Ama hala insanın kafasına yatmayan bir çok şey var. Bunlardan biri eski fanzin okurunun, yazarla ve editörler etkileşmek isteyen bir okur kitlesinin olmaması. Ama bunun en önemlisi, en azından benim elime ulaşanlara dayanarak söyleyeyim, fanzinlerinin içerik kalitesinin artık pek büyüleyici olmaması. Okur da elbette bu düşüşe seyirci kalamıyor. Diğer, belki de en önemli neden, fanzin editörlerinin artık bunu bir romantizm tutkusuyla yapması. Bu tutku bazen kaliteyi elbette düşürebiliyor. Dahası, okurun da genelde bunu hemencecik anlayıvermesi, fanzine ilgisini daha da azaltıyor. Zira artık fanzinler hem okur hem yazar için değil, sanki sadece yazar (ve editör) için yayınlanıyor. Son olarak, fanzinlerin önemli yol alma araçlarından biri yavaşlıktı. Mektupla yazışa yazışa gönderilen yazılar, postayla dağıtılan fanzinler belki bir heyecan, belki bir merak yaratıyordu. Postadan fanzinin gelmesini beklemek, benim gibi ‘adanmışların’ kendilerine posta kutusu alması, yer yer bu posta kutusunun dolup taşması, bu romantizmin okuru ve yazarı da ilgilendiren bir parçasıydı. Fanzin takasıyla birçok fanzine çok ucuza erişebilir, distribütör olabilir, bir sürü fanzine yazı gönderebilir, hatta tek sayılık fanzinler bile çıkarabilirdiniz. Tüm bu düzenin altında, yavaşlık yatıyordu. Çünkü bunların hepsi yavaş yavaş oluyordu.

Fanzinlerinin yerini bir şey dolduracak mı kestirmek çok zor. Plaklara dönüş romantizmine benzer bir akım, şüphesiz yer yer fanzinler için de söz konusu. Bu elbette sosyal medya ve internet hızına dönük bir antipatiyle kol kola gidiyor. Bunlar fanzinciler için umut verici.

Fakat benim hala emin olamadığım, internetle beslenen kuşağın ve nesillerin, ah mazi, fanzinler için nasıl içerikler üreteceği.

İşte burada karamsarlaşmamak mümkün değil.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.