Web Analytics
Beni Anlatan Şarkılar | Can Başkent

Can Başkent

BENİ ANLATAN ŞARKILAR

CAN BAŞKENT

Ihsahn - Until I too Dissolve

Tam da sevdiğim bir prodüksüyon, alışıldık bir girizgah, şaşırtmayan bir ton ve üslup; peki ben bu şarkıyı neden bu kadar sevdim, kanım hemen kaynayıverdi? Her ne kadar Ihsahn’ın derinliğini tam yansıttığını düşünmesem de, bu şarkıyı sevme nedensizliğimi sevdim desem, pek da hayal kurmuş olmam. Alternatif bir evrende, müzisyenlik kabiliyetim olaydı, ben de böyle bir şarkı yapardım. 18 Haziran 2016

Sólstafir - Lagnaetti

Epeydir bekliyordum anlaşılan böyle bir şarkıyı. Pianonun crescendoya vurmasından tutun da, İzlanda’ya özgü o başkaldıran coşkuyu, buz çölünde akan şelalenin enerjisini, kapkaranlık kış gecelerinin insan ruhuna aksettirdiği o zıt enerjiyi bu şarkıda duymak beni mutlu ediyor. Sürprizlerle dolu, her dakika değişiveren bir şarkı, bir insan daha ne ister? 26 Ekim 2014

La Macanita - Villancicos de Gloria

Acaba “gloria” sözüne karşı bir zayıflığım mı var bilmiyorum. Gounoud’un Faust operasındaki “Gloire immortelle” nasıl akla gelmez? Fakat, La Macanita’nın sesindeki düzensizlik ve dalgalanmadan tutun da, Carlos Saura’nın etkileyici filmindeki sahneler akla daha ivedi geliyor. Flamenkodaki enerji ve Akdeniz ruhunun yansımasını La Macanita’nın sesinde, defalarca dinleye dinleye, neredeyse saniye saniye şarkıyı başa sara sara dinleye dinleye keşfettim. O görkemi ve ihtişamı da La Macanita’nın sesinde ve ritminde buldum. 14 Mayıs 2014

Hugh Laurie feat. Gaby Moreno - Kiss of Fire

Bu adamı seviyorum. Beyaz Cam’da türlü türlü karakterleri canlandırabilmesinin ötesinde, son yıllarda atıldığı müzik kariyerini heyecanla izliyorum. Belki artık daha da popülerlik hırsı olmadığı için, işini ve tutkusunu çok daha özenli yerine getirdiğine inanıyorum. “Kiss of Fire” pek de ilginç olmayan bir öyküsü olan bir şarkı. Moreno’nun baskın oluşu şarkıya apayrı bir tat veriyor, inkar edilemez bu. Bluegrass jazz / blues tınılarını sevdirecek bir ekipten, tadından yenmez bir şarkı… 26 Ocak 2014

Justin Timberlake - Cry Me a River

Bakın, bu şarkının bir öyküsü var imiş. Şarkıcımız jön Justin, hanım arkadaşı Britney’den ayrıldıktan sonra bu şarkıyı yazmış ve icra etmiş. Çalması, söylemesi kolay, ezgisi sevimli bir şarkıyla nasıl ortak noktalarım olabilir, bilmiyorum. Onu bir kenara bırak, böyle bir şarkıyı, peşisıra ardında taşıdığı o tuhaf pop kültür ve referanslarından yalıtarak özümsemek ne kadar mümkün, tahmini güç. Ama yine de izah etmeden geçemeyeceğim. Sözünü ettiğim “çalması kolay” kısmının, bu şarkıyla bağ kurmamda oldukça önemli bir rolü var. Zira, uyduruk klavyemde, bu şarkıya eşlik etmek benim ciddi ciddi hoşuma gidiyor. Altında bir mana aramıyorum, notalarda bir gizem bulmuyorum. Bir çocuk nasıl saçma çizgi filmleri izlemekten zevk alırsa, bu şarkı da bana böyle bir zevk, hatta şarkıya “eşlik edebildiğim” için daha fazla zevk veriyor.5 Ocak 2014

Mercan Dede - Fani

Hani şarkının sufi ve dini motiflerini elbette bir kenara bırakıyorum, hatta umursamıyorum. Bu şarkıda, göz ardı edemediğim ilk element, çok da seveni olmadığım bağlamanın ezgiye ve ritme çok dikkatlice ve güzelce yerleştirilmiş olması oldu. Akkiraz'ın sesinin gelenekselliği kuşkusuz Mercan Dede füzyonunun bir yandaki en büyük kuvveti. Diğer yandaki, simetrideki kuvveti, beklenmedik hamlelerle kendini akıllıca gösteren ritmler ve perküsyonlar benim için. Usul usul ezgiyi ve vokali takip eden ritmlerin, kudretleşerek kendilerini yer yer yüceltmelerini, bu yüceliğin ezgiyi desteklemekten çıkıp kendi raconlarını kesmeye dönüşmesi, benim de bir dinleyici olarak bu dikleşmeyi merakla beklemem, bu şarkıda bulduğum, başka şarkılarda nadiren gördüğüm güzelliklerden biri. 30 Eylül 2013

Ibrahim Maalouf - Hashish

Duru ezgilerin peşinden koşmayalı epey oldu. İklimi tanıdık, nefesi kuvvetli bir melodi bu. Maalouf'un, söylemeye ne hacet, manalı tınılarını dupduru bir arkaplanda defalarca dinlerken gözleri denize dikmeli, batan güneşi seyretmeli. 29 Nisan 2013

Finntroll - Ett norrskensdåd

İdeal bir Fin oyun havası bu şarkı… Melodinin oynaklığından tutun da, klavyenin tonundaki enerji ve elbette tüm bunları kapsayıp daha da kuvvetlendiren vokaldeki uyum, bu şarkıyı benim alemimde kusursuz bir oyun havası yapıyor. 28 Nisan 2013

Grup Denk - Tasviri Şikayet

Pop müzik dediğin böyle olmalı arkadaş! Elden geldiğince tekerlemeleri andıran şarkı sözlerini, iki üç akorla yürütüp götüren sade ve sevimli melodi yetmezmiş gibi, şimdilerde acınası görünen klibindeki o tuhaf dansıyla, pop müzik denince benim aklıma gelen ilk şarkılardan biri. Şarkının nostaljisini bir kenara bıraklp, elektronik itici tonlarla örülü müzikalitesini de es geçtiğimizde, elimizde Oya'nın o tatlı sesinden, ergen neşesinden başka pek bir şey kalmıyor, farkındayım. Ama yine de bu şarkıyı bıkmadan usanmadan, her açtığımda en az on beş defa üstüste dinlemeden edemiyorum. 30 Mart 2013

Khachaturian - Violin Concerto - I. Allegro con fermezza

Genelde klasik müzik parçalarına bu kadar saplantılı bir şekilde bağlanıp kalmam. Kaçaduryan'ın ezgilerindeki oryentalin beni çektiğini itiraf etmekten çekinmiyorum. Öte yandan, virtüözlük gerektiren keman konçertosundaki, sanki virtüözü denemek, sınamak için yazılmış, zor bukleleri dinlemekten zevk alıyorum. Yaklaşık on dakikalık allegro'nun bu kadar değişken, kuvvetli ve etkileyici olması beni sarsıyor. 5 Şubat 2013

Panjabi MC - Mundian To Bach Ke

Bu şarkıya yer verdiğim için ben de şaşkınım ne yalan söyleyeyim. Bomboş sözler ve tekrarlarla örülü bir ritmi olmasına karşın, şarkının oynaklığı, hadi enerjisi diyelim buna, beni etkiliyor. Tatlı bir kentin, tarihi sokaklarında yürüyerek, eski bir binadan bozma bir klübe girdiğinizde suratınıza çarpan tonunu seviyorum şarkının. Bu ton, oriyental ve oksidental çelişkisinin değil de, sanki, bunu çelişki olarak adlandırmaktan başka çıkış göremeyen dinleyicinin girdabını hedef alıyor. 7 Temmuz 2012

Luminescent Orchestrii - Jarba

Olur ya bir gün keyfin kaçarsa sevgili okur, açıver Jarba'yı, dinleyiver gözlerini kapatıp, çekiver kendi dünyana bu şarkıyı. Tatlı klezmer kemanı gıcırtısını, o tatlı kontrabas tıngırtısıyla birleştirip, karga sesli iki kadın vokalin filtresinden geçirip özümse, aman ki çok da derinlere dalmayasın, ve sonrasında ritmlerdeki keskinliği hisset. Düet kemanın ve düet vokalin birbirini tamamlayan, eşit mi eşit, denk mi denk, bütüncül mü bütüncül tınılarını duyumsa ki günün birinde güzel müziğe susadığında Luminescent Orchestrii'nin avuçlarından iç. 4 Nisan 2012

HIM - In Joy and Sorrow

Bir şarkının beş yıl içinde anlamdan anlama sürüklenmesini, bu sürüklenme esnasında bedenimde ve kim bilir başka nerelerde neden olduğu yaraları ve derin mızrak darbelerini kavrayabilmenin ilk yolu, dikkat et sevgili okur, bu şarkının arkeolojisindedir. Adı güzel, kendi güzel bir kimliğe bürünmesi, bu kimliğin yarattığı güzel ve güzel tesadüflerin kendini "In Healt and Sickness" boyutunda dahi tezahür ettirebilmesi, anıların en kalıcısı, zulümlerin belki de en derini olmuştur. 10 Şubat 2012

Rammstein - Ohne Dich

Dört yıl önce, bu arabesk şarkının kritiğini yazarken neler neler hissettiğimi, şarkıyı dinlerken nereye baktığımı, neyin açlığını ve özlemini çektiğimi, neyin hasretini kılcallarımda duyumsadığımı, durun bitmedi, neyin umudunu gözlerimde ışıttığımı ve dahası bunu kendi başıma, tek başıma nasıl becermeye çalıştığımı dün gibi anımsıyorum. İşin tuhafı, bütün bunların dün gerçekleşmiş olmasına rağmen, ben bu dünü yarın yapmayı da becerebiliyorum. Bunu gözlemek için bana "Bob Dylan is the Fucking King" ya da "Parissien Moonlight" dinletin ve görün neler oluyor. 8 Şubat 2012

Jun Miyake - The Here and After

Lisa Papineau'nun vokalleri mi desem, Miyake'nin büyülü tınıları mı desem, Pina Bausch'un sarsıcı figürleri ardındaki ahengi anımsatması mı desem, şaşkınım. Melodinin dansa bu kadar uyabilmesinin ardında pek bir şey aramıyorum - rönansas devrinde yaşasam, kim bilir, tanrıyı bulduğumu düşünürdüm belki. Bu şarkının ritmindeki salınım, tekrarlar ve tekrarlar ve tekrarlar, vokalin anımsattığı tekdüzeliği aşan çığlıklar, bu şarkının beni anlatan yönüdür. Dahası, beş yıldır, evet beş yıldır bana bu satırları yazdıran aşk, hıçkırmamak mümkün mü, kendini gene gösteriyor: "The Here and After". 7 Şubat 2012

Jun Miyake - Lillies of the Valley

Pina’yı izlerken beni büyüleyen bu tınıların peşinden koşuşuturmak beni mutlu ediyor. Mutluluk az gelir, üstüne üstlük umutlandırıyor. Sürreel tekrarcılığın, notalarla Pina Bausch’un danslarındaki ahengi yakalaması içimi ısıtıyor, daha da ısıtıyor. Müziğin detaylarındaki basiliğin, sürreel karmaşayla, karışmadan, zevkle ‘dans etmesi’ üstüne üstlük bunu sevimli bir şekilde yapması beni bana anlatıyor. Taa ilk gençliğimden beri, sevdiğim şarkıları üstüste, bir oturuşta defalarca (60-70 kere) dinlemeyi pek severim. Bıkmadan usanmadan, ezberleyene dek bu şarkıyı dinliyorum. Her seferinde mutluluğumun farklı bir boyutunu keşfediyorum. Mutluluk bir danssa, bu şarkı da o dansın ayak sesidir. 20 Ocak 2012

Megadeth - 13

Eh be Megadeth! Yıllar yıllar oldu, içimi titreten bir şarkı yazmayalı. Ama beklediğimize değmiş. This was my life’ı anımsatan bir tınıda, tatlı ve arızalı bir melankoliyi berrak bir tınıyla anlatan bir şarkı 13. Mustaine’in özlediğim melankolisini tekrar tınılarda ve liriklerde hissetmek beni inanın mutlu etti - çok tatlı ve sıcak bir nostaljiyle hem de: ‘I just don’t think I can give anymore / Because I've lived, how many times do I have to die? / Because I've lived, how many lives do I have to die?’ 15 Kasım 2011

Anathema - One Last Goodbye

‘You took my heart away / And I grieve’. Yas tutmak sadece bir ölünün ardından olmalı bence. 8 Kasım 2011

Ryan Gosling - You Always Hurt the One You Love

Çok çok hoşuma gitti bu şarkı. Durdurdum, durdurdum, geri sardım, geri sardım filmi, izledim, izledim bu sahneyi. Yetmedi, ertesi sabah kalkınca, gene aynı sahneyi izledim, izledim, geri sardım, gene izledim ve izledim. Özellikle, bir serzenişle başlayan şarkının, sonlara doğru, romantik bir teslimiyetçiliğe varması, bunun duygusal akışının güzelliği beni çok etkiledi. Her ne kadar filmde, romantikle trajik arasında gidip gelen bir ilişkiye tanık olsak da, eh iyi anıları zikretmek güzeldir gene de, şarkının büyüsü yitip gitmiyor. Dikkat buyurunuz: ‘So, if I broke your heart last night / It's because I love you most of all’ Hangimiz, böyle bir hissi yaşamamıştır, ya da yaşayabilmek için gökyüzüne ıslak gözlerle bakmamıştır? (Cover - ‘Blue Valentine’ Film Müziklerinden) 7 Kasım 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

(Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım.) Projemin son gününde, daha önce yazdıklarıma bakmaktan itinayla imtina ederek şarkıyı biraz meşgul bir zihin haliyle yazmaya çalışıyorum. Beyhude! ‘Dört mevsimli gözler’ fon müziği olmak için gereğinden fazla çekici ve hayalperest. Hayalleri seviyorum, bu şarkıyı seviyorum. 28 Ekim 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

(Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım.) Bugün, Salih Nazım Peker’in vokalini dinledim şarkıda. Daha önceki kritiklerimde değinmiştim, Peker’in vokali sıradan, hatta o kadar sıradan ki insanda sanatsal bir iz bırakmıyor. Bunun beni anlatan yanı ise, kimi zaman benim de bu ‘iz bırakmayan’ güzelliklerden biri olmayı istiyor oluşum. Hele hele bu ‘iz bırakmamayı’ görsel imgelere olan nefretimle (buradaki kişisel ve romantik ironi açık sanırım) birleştirince, bence ortaya gayet tutarlı ve keskin bir tutum çıkıyor ve ben bunu çok seviyorum. Bu şarkının vokallerindeki diğer bir tuhaflık da, erkek vokal korosunun acayip sesleri bence. Şarkı sözlerindeki cinsiyetçilikle hele birleşince, koronun yarattığı tuhaflığı yadırgar oluyorum. Peker’in vokalindeki sıradanlık bir yandan da bana Taoist mütevaziliği anımsatıyor. Günümüz batı kapitalizminde yaşadığımız dışadönük yırtıcılığın ardından, nasıl mütevazilik bir nefes alanı açıyorsa, Peker’in vokalleri de aslında, haydi iyimserleşelim, sıradandaki basit sevimliliği görmemizi sağlıyor. Ben, bunun hayatın sırlarından biri olduğunu düşünüyorum. 27 Ekim 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

(Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım.) Nedendir bilinmez, bugün şarkı sözlerinin ilk üç mısrasına takıldım: ‘Bir güzel tanıyorum / Dört mevsimli gözleri / Dünyada yok eşi’. Ben bu ve benzeri aşki, romantik iddiaları, kimilerinin aksine, çok manalı ve duygusal ve etkileyici ve, haydi duramıyorum, içten ve de, sıkı durun, gerçekçi buluyorum. Teker teker açıklayayım. Bu dizelerdeki manayı düşünerek başlayalım. Sevgilinin gözlerinin eşsiz olduğunu, bu eşsizliğin değişken ve döngüsel bir güzellik taşıdığını söylemek, keşki ben de duyabilsem böyle iltifatlar, bence oldukça anlamlıdır eğer titrek bir gönlünüz varsa. Bu dizlerde bize tesir eden duygusallık da, elbette, aşıkın ağzından çıkan iltifatın maşuk üzerindeki tesiridir - kuvvetli ve derinden ve tebessümlü. Bu da yetmez, ah, senin gözlerini görmek bana tüm insanların beyhude olduğunu anlatıyor, diyebilen bir aşığın iddiası ve kendine güveni, nereden bakarsak bakalım, etkileyicidir tatlı bir romantizmle. Andığım mısralarda dile getirilen iltifatın neden içten olduğunu sezdiğime gelince… Aşık sözcüklerinde, günümüzün hazcılarından elbette söz etmiyorum, ürkek bir içtenlik buluyorum. Çekingen ya da utangaç aşığın, maşuğunu gördüğünde dile gelen hislerinde art niyet aramıyorum. Aşkta zehir arayanlara, aşktan korkanlara kendi kendime hep sormuşumdur zati - ne olabilir o art niyet aşkta! Dünyanın eşsiz gözlerini bulduğunu ve sevdiğini iddia eden aşığı nasıl gerçekçi bulduğumu sorarsanız, aynı zihniyetle cevap vereceğim: aşkın gerçeğini, aşık olmayan nasıl anlar? Aşığın ve maşuğun zihninde ve dimağında ve gönlünde ve apış aralarında olanların gerçek olmadığını iddia etmek, bırakın bir kahkaha atayım, değil midir asıl art niyet? Gerçeğin aşksız olması gerektiğini söyleyenlere bir haykırış olarak öyleyse dinleyelim bu şarkıyı bugün. 26 Ekim 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

(Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım.) Bir yorgunluk masalı düşünürken uzun bir günün sonunda, taktım kulaklığı ve gene süzüldüm Kırıka’nın notalarına. İster istemez ‘Mesecina’yla karşılaştırdım bu şarkıyı bugün - tahmininiz doğru, zira Mesecina’yı o kadar çok dinledim ki bugünlerde… Balkanların girdabını, ister o yakadan, iste bu yakadan gelsin, seviyorum ve arıyorum sıklıkla… Aklıma, belki o yıkımın unutulamayacak sembolü olmasındandır, Mostar Köprüsü’nün o yeni çirkin hali geliyor sürekli. Yıkılan bir çok şey demek ki, yeniden yapılınca, eskisinden bile çirkin oluyormuş. İnsan, düşünmeden edemiyor, bırak yıkık kalsın! Benzer şekilde, Mesecina’nın da ‘cover edilmemesi gereken’ şarkılardan olduğunu düşünmüşümdür hep. Ama belki bir istisna Kırıka olurdu dedim kendime bu gece. 25 Ekim 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

(Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım.) Bu şarkıyı bugün dinlerken neredeyse sadece vokallere yoğunlaştım. Kendine kendine şarkıyı mırıldanan bir adamın hislerine erişmeye gayret ettim ve ardından da, ben de böyle bir adam mıyım diye düşündüm. Mutluluğa bahane aramak değil de, mutluluğum müsebbibi olduğunu düşündüklerimi sevindirmek için kendi marifetlerimi onlara yüklemenin izini sürdüm. Sıradan olduğunu düşünsem de vokalin, teşbihte hata olmaz, sırf şarkıyı bütün olarak sevdiğim için, vokali giderek daha da sevdiğimi düşündüm. Buna bir çok insan aşk diyor. Ben dönüşüm ve bazan da devrim diyorum. Yoksa o gözlerin dört mevsimi, benim gözlerimin karanlığıyla birleşince kış gecelerinin ayazını da anlatabilir, yaz gecesi meltemlerini de. 24 Ekim 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım. Bugün Kırıka bana umut ve sevinç verdi. Güzel bir akşam yemeğinin midenize verdiği mutluluğun karşılığı sanki bu şarkının kulağınıza verdiği sevinç. Elimde kadehimle, yediğim yemeği pişirdiğim tencereye bakarken, kulağımı Kırıka’ya veriverdim ve mutluluğu hemencecik yakalıyıverdim. 23 Ekim 2011

Kırıka - Dört Mevsimli Gözler

Küçük bir projem var. Bir hafta boyunca, Kırıka’nın bu şarkısının kritiğini yazacağım. Bugün, Kırıka’yı dinlerken, şarkının isminden kaynaklanan malum çağrışıma göz kırptım ister istemez ve Vivaldi’nin ünlü konçertosundaki gelgitlerin izini sürmeyi çalıştım beyhude bir şekilde Kırıka’da. Ama bugün bu şarkıda bulduğum, ‘gülümseyen gözyaşlarının’ tatlı tatlı dans etmesiydi sanki yanağınızdan süzülürken. Ya da, hani olur ya, utangaç sevgiliniz barın bir köşesinde oturup sizi seyreder, siz de o esnada, bu şarkı gibi tatlı mı tatlı bir Balkan ezgisinde (Mesecine mesela?) kıvırtırsınız. Arasıra, gözgöze gelirsiniz poponuzu çalkalarken, tatlı bir güven ve sıcaklık hissedersiniz yüreğinizde. O zaman, bana kalırsa, insan sadece Vivaldi’nin allegrolarını değil, kendi crescendo’larınızı da yaratabilir. Sonrasında da crescendo’larda piste atılır, kollarınızı açar ve sevdiceğinizi davet edersiniz boynunuzu öne eğerek. Böyle bir davete kim icap etmez? 22 Ekim 2011

Goran Bregović - Mesecina

Mehanata’da, Paradiso’da, Melkweg’de (ve kim bilir daha başka başka nerelerde) az oynamadım bu hisli ve tempolu şarkıda. Uslu girizgahından sonra, bilhassa hele DJ kabiliyetliyse, kanınızı ve kanımı fokurdatan ritmlerin eşliğinde üflemelilerin sesini duyunca, ‘Hoppa!’, nasıl yerimde durabilirim ki? Acısıyla tatlısıyla, hayatımın bende en çok iz bırakan dönemine dair anılarımı ve nostaljik hüznümü canlandırması bir yana, bu şarkı bana, o kötü günlerden sıyrılabildiğimi, Emma Goldman-vari bir şekilde üstüne dans bile edebildiğimi hatırlatıyor. Hoppa!22 Ekim 2011

Yaşar Kurt - Fırt Emin

Hey gidi günler… 15 Ekim 2011

Anathema - One Last Goodbye (‘Hindsight’ edition)

Cavanagh biraderler bu şarkıyı her ne kadar vefat eden annelerinin ardından yazmış olsalar da inanın ben bu şarkıyı dinlerken, eski sevgiliyi düşünmeden edemiyorum. ‘Somehow I knew you would leave me this way / Somehow I knew you could never stay’ veya ‘You took my heart away / And I grieve’gibi mısralardan damıtılan hasret, güneş doğduğunda kalbinizi ısıtan gülümsemeyi nasıl ezmez? Kimi naif okur gibi yapacak değilim (okuruyla dalga geçen tek yazar ben miyim?). Şarkı sözleriyle meramımı anlatacak kadar gurursuz, hatta hatta, başkalarının mısralarını kendi mısralarıma tercüme olarak gösterecek kadar da beceriksiz değilim (umarım). Bu şarkıyı Anathema’dan yüzlerce kere dinlerken aklıma hep aynı sahne gelir. Hayatımın sonuna kadar göremeyeceğimden emin olduğum o gözler ve eller, hele hele ölüm mevzu bahis değilse, neden bu kadar saklıdır, neden bu kadar korkaktır benden? Bu şarkı, bunun tek bahanesinin ölüm olduğunu anlatıyor. Eh, hala yaşıyoruz be kuzum! 15 Ekim 2011

HIM - In Joy and Sorrow

Dinle dinle, bıkmıyorum. Sürekli yeni manalar yüklüyor, sürekli yeni manalar özümsüyorum bu basit şarkıdan. Son yüklediğim mana ise bu şarkıya, oldukça sevimli. Neşeyle hüznün, ah o sevdiğim uyumu bu şarkıda, belli bir mertebeye dek elbette, mevcut. İşin daha da tuhafı, benim o hüznü alıp, evirip çevirip neşeye/joy’a dönüştürmeyi bu şarkıyla öğrenmiş, sembolleştirmiş olmam. 15 Ekim 2011

Opeth - Face of Melinda

Şarkılar değişir. Aynı şarkıyı dinleyen birey değişir. Şarkıyı dinleme şekli değişir. Şarkının satır aralarını okuma yolu değişir. Bu şarkı, değişmeyen değişikliklerin, değişen tutuculukların şarkısı olsun. 15 Ekim 2011

Kırıka - Acılı Hayat

Hüznü çarçabuk ritmlerle anlatan şarkıları dinlediğinizde şarkı sözlerini anlayabilmenin kıymeti ortaya çıkıyor. Tuhaf, bu şarkıyı dinlerken, sözlerini acaba nasıl çeviririm diye düşündüm uzun uzun. Arabeskin sözsel güzelliğini koruyarak, aynı hisleri başka bir lisana çevirmenin mümkünatı beynimi epey meşgul etti. Müziğin evrensel olduğu palavrasını çürütmek için bunu örnek olarak kullanacak değilim. İzmir kına gecelerinden fırlayan Kırıka’nın, altyapısında çatır çatır kendini belli eden armonik zenginliği ve görgüyü, sıradan ve hatta yavan bir vokalle birleştirerek karman çorman hisler alemine iteklemesini, söylememe gerek var mı, imrenilesi buluyorum. Bir çok grubun yapamadığı duygu karmaşasını ve girdabını adabıyla ve estetiğiyle kotarabilmelerini, değindim, armonik altyapılarına bağlıyorum. Bilmeyenler için söyleyeyim, Kırıka’nın bir çok üyesini İstanbul Blues Kumpanyası’ndan tanıyoruz. Acılı Hayat’ı, romancı Orhan’ın yazdıklarını okurken hissettiğim duyguyla, gülümseyen gözyaşı diyorum ben bu duyguya, dinledim. ‘Eski dostalarım nerede, arıyorum onları / Canım dediklerim bana zehir uzattı’ gibi dizeleri takip eden iç çekişlerle, bunları takip eden, kalkıp göbek atasınızın geldiği ritmleri seslendiren ‘Güzel anılar nerde? / Arıyorum onları’ dizesinin çelişkisini hissetmekteki güzelliği anlatmak istiyorum sevgili okur. Buna rağmen, ben Kırıka’yı çok seviyorum. Kırıka beni, sıkı durun, acılarla ve hüzünlerle mutlu ediyor. Eh o zaman, gel düğünümde sen de çal be Kırıka! 15 Ekim 2011

Kronos Quartet feat. Alim & Fargana Qasımov

Geçen yazdan beri odyofilide (audiophilia) biraz daha deneyim kazandım. Müzik dinleme cihazlarının müziği bu kadar değiştirebileceğini (elbette çok titizlendiğim nüanslardan söz ediyorum) bilmiyordum. Oturduğum kentte üretilen elle yapımı kulaklıkları aylarca sabrettikten sonra edinir edinmez dinlediğim, yeniden dinlediğim, detaylarını yeniden özümsediğim ilk şarkılardan biri buydu: Getme getme - Aman avcı. Elbette, artık benim bu şarkıyı dinleme şeklim de değişti. Artık Kronos Quartet’e daha da fazla yoğunlaşıyorum, ‘Getme getme’den ziyade, ‘Aman avcı’yı titizlikle irdeliyorum ve de perküsyonlardaki o el hareketlerini takip etmeye çalışıyorum. Alim’in gazellerindeki yankılanmayı zevkle, utançla, hayallerle ve hülyalarla dinlerken, anılara gark etmemek elde mi? Belki bu anılarla barışabilmenin yolu bu aryanın kimi başka mısralarına yoğunlaşmak olacaktır. ‘Aman Avcı’, bu şarkının toplam süresinin sadece son 90 saniyesini kapsıyor. Oniki buçuk dakikalık bir şarkı için, kısa bir süre değil mi? Hele hele aksak ritmleri ilahi bir ahenkle takip eden düet vokallerin muhteşemliğini yakalayan yaylıların kudreti (kendinizi Viyana’da sanırsınız) kime duygusal ve işitsel hezeyanlar yaşatmaz? 15 Ekim 2011

Anathema - J’ai Fait Une Promesse

Hemen belirteyim, bu şarkının neredeyse yirmi yıl önceki ilk Anathema albümündeki versiyonu beni pek sarsmıyor. Kötü aksanlı kötü vokalli, derinlemesine işlenememiş bir cevher olarak bırakıldığı o eski hali bu şarkının, vasatın ötesine geçemiyor. Çok şükür, Anathema bunu fark etmiş olacak ki, yeni remiks albümlerinde bu hatayı düzeltiyorlar. Elbette ki tüm bu öykü, bu şarkının beni anlatmasının bir nedeni değil. Ama sözleri, okuyabilecek misiniz sevgili okur, iç acıtıcı: ‘comme une personne qui se descend, criant pour l'amant / Me rapelle d'automne, presse dans ton reverence, je m'ai engagee’. Şarkıların, aynı notalara rağmen, büyüyüp olgunlaşabilmelerini inanın seviyorum. Neredeyse yirmi yıl arayla kaydedilmiş iki edisyon arasındaki olgunluk ve hissiyat farkının izlerini sürebilmeyi seviyorum - sevmek ne kelime, bulmaca çözer gibi takip ediyor, bir kulağımla 90’ların Anathema’sını, diğer kulağımla da 2010’ların Anathema’sını dinleyip, gönlümde taze bir sentez (?) yapmaya çalışıyorum aslında… Gene de belirtmeden geçemeyeceğim, bu sentezi yapamayanlar için, bu şarkı bir adanmışlık şarkısıdır. 7 Ekim 2011

Opeth - Heritage

Opeth’i canlı dinlerken bu şarkıyı seveceğimi ummamıştım: hafif bir ‘oldschool’ hayal kırıklığı ve tahammülsüzlük yaşadığımı itiraf etmeliyim ilk dinlediğimde. Nedendir sonra, dinledikçe ısındım bu şarkıya ve ısındıkça sevdim onu. Yağmurlu bir güz akşamında, sıcak çorbanızı sevdiceğinizin gözlerine bakarak kaşıklarken, höpürdütülerinizi, bu şarkının akorlarına uydurmaya çalışmaktır belki de bendeki Opeth sevgisinin bir benzeri. Belki de, pencereye çarpan yağmur damlalarının yarattığı buğuyu elinizin tersiyle silip, netleşen camda sevdiceğinizin yansımasını görmektir Opeth dinlemek. Kim bilir belki de, bu şarkıyı dinlerken yatağınıza uzanıp, hayallerinizde sevdiceğinizin hüsn-ü cemalini düşünmektir Opeth notalarıyla flört etmek. 7 Ekim 2011

Hugh Laurie - Battle of Jericho

Bir kölelik şarkısı bu, Jashua’nın direnişini anlatan. Laurie’nin yamuk ağzından, İngiliz aksanıyla dinlemek eğlenceli. New Orleans blues’una beni ısındıran nadir şarkılardan birini, Laurie’den dinlemek gerçekten hoşuma gitti. Nostaljisinden tutun da, duru düzenlemesine kadar, inanın sıcak ve hoş bir şarkı bu. 6 Ağustos 2011

Anonim - Kırmızı Gülün Alı Var

"Kırmızı gülün alı var / Her gün ağlasam yeri var / Bugün benim efkarım var / Bu gönül arz eder seni seni" 1 Mayıs 2011

Bizet - L'Amour Est Un Oiseau Rebelle (Habanera)

L'amour est enfant de Bohême / il n'a jamais, jamais connu de loi / si tu ne m'aimes pas, je t’aime. 12 Nisan 2011

Yalla Babo Express Orchestra - Ciganska

Ah, bu şarkıyı kim bilir kaç kere dinledim. Tekrar tekrar dinlemek, gözlerimi kapayarak, gözbebeklerimle dans etmek ve eşlik etmek bu şarkının delişmen ritmine, beni mutlu ediyor. Mercimek çorbası gibi bu şarkı. Tanıdık bir sıcaklık, ama yine de farklı mutfaklardan piştiğinde azıcık farklılık, azıcık benzerlik kokan bir tadı var işte. Derler ya, aşk ateşi hangi mutfakta pişerse pişsin, ağzınızı biraz yakacaktır. Bu şarkı, mercimek çorbasıysa ve aşk da ağız yakan bir çorbaysa, ben Yalla Babo senfonilerini her iki çorbayı da içerek dinlemek istiyorum. 8 Nisan 2011

Zeynep Casalini - Duvar

Türk sinemasının en iyi yönetmeni Atıf Yılmaz’ı, Deniz Türkali terkeder 2002 yılının başlarında. Ardından, verdiği kısa bir röportajda üstada sorarlar, Türkali geri dönerse ne yaparsınız? ‘Zil takıp oynarım’ der üstad. Gözyaşlarıyla zamanında tekrar tekrar okunmuş bu röportajı verdikten yaklaşık 4.5 yıl sonra Atıf Yılmaz ölür. Deniz Türkali, ardından bazı röportajlarda içini döker: Atıf Yılmaz’ın filmlerini artık izleyemediğini anlatır acı çekmemek için. Hüzünlü, soluduğum nefes kadar gerçek bir aşkın nihayetinde, Atıf Yılmaz’ın öte dünyaya göçerken neler hayal ettiğini tahmin edemiyorum bile. Öte yandan, Zeynep Casalini, Deniz Türkali’nin Atıf Yılmaz aşkından önceki meyvesi. ‘Duvar’ ise, nasıl derler, biraz öfkeli (ama hedefini şaşmış bir öfke bu!), haykıramiz, inatçı, introvert bir şarkı. Vazgeçmiş, yılmış, ama bir yandan da umudunu yeşertmeye çalışan bir çığlık… Kim bilir, belki Zeynep o duvarı yıkabilir. 5 Nisan 2011

Björk - Bachelorette

İzlanda’ya inerken Björk’ü düşünüyordum. Çünkü sanatın ve yaratımın izlerini coğrafyalarda sürmeyi severim. Montparnasse’da Sartre’ın, New York’ta Warhol’un (ve belki daha da fazla, Solanıs’ın), Viyana’da Freud’un, İstanbul’da Pamuk’un izini sürmeyi severim. Bu sürek avının benzerini, ‘artizlerin’ bakışlarında, uyurkenki yüz ifadelerinde, yürüyüşlerinde, nefes alışlarında ve ama bilhassa nefes verişlerinde, gözlerinin renginde de yaptım. Çığlık çığlığa bir kan şelalesi olan bu şarkıyı dinleyince, Björk’ün yaratıcı faaliyetinin izini sürmenin zorluğu ve belki de imkansızlığını hissediyorum. Bir şarkı arkeoloğu olsam, Björk harabelerini İstanbul’da değil, Bodrum’da, yel değirmenlerinin dibinde aradığım kadar, Amsterdam’da, yine yel değirmenlerinin dibinde arardım. Hem su kentlerinde serinlemek, hem de ateşimi hem dağlamak hem de ötelemek için bu rüzgarlarla. Nereden mi çıkardım bunları? Baksanıza şarkının sözlerine: ‘I'm a path of cinders / Burning under your feet / You're the one who walks me / I'm your one way street’. Björk’ün yaratıcılığı, hissi gayzerlerle örülü, Gulfstream ile ılıtılmış, balinaların ve puffin’lerin sevimliliğiyle makyajlanmış, tatlı mı tatlı, vegan lokantaları kadar sıcak bir Reykjavik masalı bence. 66. derece kuzey enleminden dünyayı seyretmek anca bu kadar güzel söylenir. Soğuk iklimler kalbi ancak bu kadar güzel ısıtır o şizoid ezgilerle. 4 Nisan 2011

L’Orchestra Di Piazza Vittorio - Ninderli

Akdeniz havzasının kuzey ve güneyini ‘sentezleyen’ grupları sevmemek mümkün mü? Darbukayla saksafonu aynı şarkıda duymanın neşesi kimin içini okşamaz? Hep bu köşede, neşeyle hüznün kavuştuğu şarkıları anlatıyorum, kendimi bu şarkılar üzerinden okumaya, dinlemeye çalışıyorum. ‘Ninderli’yi bu zeminde öne çıkaran, o tatlı polifonisi, gazele çalan vokalleri bence. Neşe, yaylılarla kendini gösterirken, hüzün yanık vokalle karşılık veriyor, sonrasında bas arabuluculuk yapmaya çalışırken saksofon tatlıya bağlıyor her şeyi. Keşki hayat da böyle olsa, diye düşünüyorum tavanı seyrederken kollarım başımın altında uzanarak. 3 Nisan 2011

John Bilezikjian - Bekledim de Gelmedin

Çok iç burucu değil mi sevgili okur? Karşılıksız aşk öyküleri beni etkiliyor. Yesari Asım Ersoy, şarkılarını genelde çok severim. Bu şarkıdaki dokunsallık, kavuşma hasreti, saf saf sevilmeyi beklemek gibi motifleri oldukça etkileyici buluyorum. Hemen her satırının, benim yaşamımı anlattığını fark ediyorum her dinlediğimde. Hele büyük üstad Zeki Müren’den titrek titrek dinleyince, içim cız ediyor. Her seferinde, her seferinde ve her seferinde… 2 Nisan 2011

My Dying Bride - Symphonaire Infernus et Spera Empyrium

Adı güzel kendi güzel grubun bu gotik şarkısını sevmemek mümkün mü? Değişen mood’larıyla, kükreyen hüzünlü vokallariyle, o ‘old school’ tınılarıyla, taa 1992’de yayınlanan bu başyapıtın beni anlatan kısmı, sadece başlığı değil. Bu şarkıyı dinleyince, basit ve sıradan sert melodilerin, basit ve sıradan acıları ne kadar da kolay anlatabildiğini görüyorum ister istemez. Sevgilinin gönül kemanının arşesi benim zülfüm olaydı, dememek elde mi? MDB vokalinin çığlığını dinlediği gibi yar, beni dinlese keşke, dememek elde mi? Anlaşılmıştır, bu şarkı romantik biçareliklerin hüzünlü ve fısıltılı bir çığlığı. 1 Nisan 2011

Les Orientales - Ch’hilet Laayani

Eğlenceli arabesk şarkıların tıngırtısını seviyorum. Bir çok Cezayirli/Fransız şarkıcıdan dinlemiş olmam mı nedeni bilmiyorum, ama bu şarkının melodisindeki kadınsallık bana çok cezbedici geliyor. Belki, hemen her kadınsallıktaki cezbedicilik tuzağına, gene ve yeniden, bilerek düşüyorumdur, kim bilir. Tatlı verse’leri, coşkulu ve crescendo bir şekilde takip eden nakaratları, bu şarkı özelinde bilhassa, imrenerek dinliyorum. Darbukanın tıngırtısına karışan yaylıların o narin akışlarında mutluluk ve neşe buluyorum. Üstüne bir de şarkının, romantik oynaklığı gelince, deymeyin gitsin… Gene de tüm bu neşenin sonunda gözlerimi kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, acaba diyorum kendime, ‘hazel gözlü’ kız (Ch’hilet Laayani) bu şarkı sözlerinin manasını bulabilecek mi? 31 Mart 2011

Baklava - Oj Devojce

Ben müziklerimi paylaşmayı, lokmamı, hırkamı ve yatağımı paylaşmak kadar çok severim. Yemek yerken, sebzeleri mideye indirmem sadece, o bitkinin yetiştirilmesindeki, toplanmasındaki ve pişirilmesinde emeğin hakkını vermeye çalışırım. Hayal ederim, sanki o emeğin ve özenin, benim bedenimin içine katmaya çalışıldığını. Hırkamı paylaşırken, sadece soğuktan koruyan bir termostatı değil, üşüyen ve titreyen dudakların romantizmini, iki sevgilinin birbirinin nefesiyle ısınmasını hayal ederim. Yatağımı paylaşırken, mabedimi paylaştığımı, bunun ancak ‘gökten inen meleklere’ mahsus olduğunu düşünerek hülyalara dalar, meleklere ibadet ederim. Müziklerimi paylaşırken, tıngır mıngır ezgilerin bende yarattığı alt benlikleri, o alt benliklerin üst benliğimi nasıl keşfettiğini paylaşırım. Belki bu yüzden uzun ama çok uzun yıllardır, sevgili okur, müzik kritiği yazıyorum. Ama hiç bir zaman sanırım okunmak beni bu kadar sevindirmemişti. Dolayısıyla, bu ‘Makedonyalı’ grup da, nefs-i aşkımı ta sana kadar iletsin! 30 Mart 2011

Zeki Müren - Şimdi Uzaklardasın

30 Mart 2011

Zeki Müren - Beklenen Şarkı

Herkes bu şarkıyı bir romantik hayal olarak dinler, ben bir manifesto… Herkes bu şarkıyı görünce sahte gözyaşları döker, ben kanlı gözyaşları… Herkes bu Platonik rüyanın peşinde koşmanın saflık olduğunu düşünür, bense romantizmin en büyüğü… Herkes bu şarkının sadece bir şarkı olduğunu düşünür, bense… 29 Mart 2011

Peyk - Gidin

“Kapıyı çekin, gidin / Beni bırakın, gidin”. Şarkı sözleriyle meram anlatmaya çalışmak, sözcüklerin o boğucu manalarından kurtulmak için çırpınmak, ve hatta ey sevgili okur, sözcükleri ortak ezgilerle kuvvetlendirmek, işte bu köşenin nacizane gayesidir. 29 Mart 2011

Elena Andujar - Perdi La Voz

Flamenca Nuevo’yu kim sevmez? Arabeskin Akdeniz’in ötesiyle öpüşmesinin mamülü olan bu ezgiler, tıngır tıngır çekiyor sizi erotik romantizme. Buyrun, örneğin, “no tengo quien me abrace si no esta ella” ya da “Te mire y robe tu besos / inventamos el amor”… Tatlı nağmeler ve içli ezgilerden oluşan repartuvarıma bu şarkıyı alma nedenlerim, sadık okura şaşırtıcı gelmeyecektir. Ben en çok, acılı olmayan ezgilerdeki üzüntüyü, ben en çok neşeli ritmlerdeki hüznü severim. Bu şarkı, yanık sesiyle Andujar’ın kırık kalbini, inci göz yaşlarını, ah bir de o çığlığını nakşediyor hafızama. 28 Mart 2011

Kronos Quartet feat. Alim Qasımov - Getme Getme

“Gözyaşının notalarla dansı”! Bu yeni klişeyi de, sevgili okur, ekleyelim acılı şarkılar müfredatımıza. 25 Mart 2011

HIM - I Love You (Prelude to Tragedy)

Kim bilir kaç HIM kritiği yazdım. Hani, gene cuk diye oturan şarkı sözlerinin ötesinde, bu şarkının hissiliği ve karamsarlığını çok gerçekçi buluyorum. Bir o kadar da şarkının ‘gözlemci’ kabiliyetini seviyorum. Derler ya, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz, bu şarkı da, sen ne dersen de, öpüşün, bakışın öyle demiyor lirizmini pek de güzel yansıtıyor. Gene eskilere gidersek, yıllar önce bu ‘kasedi’ UU’ynan odtü’deki malum otoparkta dinleyişimizi, yıldızları seyrederken fon müziğinin HIM olmasının derinlere işleyen özdeşleşmesini dahi bir kenara bırakırsak, sevgili okur, ben o melankoliyi kah mutlulukla kah hasretle kah hayallerle harmanlayarak her gün yeniden gömüyorum kalbime. Kalbimin toprağından çıkan haykırış çiçeklerini göz yaşıyla, hayır hayır, kara kanımla sulayıp, ilk açan çiçeği elimde, sevgisiz bakışlarınla kurutarak saklıyorum. İşte bu şarkı sevgili okur, tüm klişelerimi anlatıyor. 23 Mart 2011

Nick Cave and Bad Seeds - Do You Love Me?

Geceyle gündüz eşitlendi, ben hala… 21 Mart 2011

Daru Oda - They Say

Daru Oda’yla, aynı evde farklı zamanlarda yaşamış olmak dışında bir ortak noktam yok. Norah Jones’un ruhu ve intihar etmiş müzisyenlerin hayaletiyle örülü bir büyü üzerinde yaşıyor olsam da, Daru Oda’nın bu kısacık şarkısının nakaratındaki neşe, o tatlı gülümseme beni çok sevindiriyor. Ozan şarkısı, derler ya, ‘they say’ de bunlardan biri. Küçücük bir gülümseme. 20 Mart 2011

Antimatter - The Immaculate Misconception

“Immaculate misconceptions don’t matter” gibi ingilizce kelime oyunlarıyla (don’t matter / antimatter) dolu komik şakaları aklıma getirmesi yanında, Anathema yarısı bu grubun hisli pop hüzünlenmeleri, bilhassa tekrarlarla örgülü olması nedeniyle hoşuma gidiyor. Aynı hayalin peşinden düşe kalka bir daha ve bir daha koşmayı, yorulup dinlenirken gözyaşlarını tuzlu su diye içmeyi, hemen ardından koşmaya devam etmeyi anımsatıyor bana bu şarkı. Hüzün güzel bir duygu, belki bana insan olduğumu anımsatan nadir duygulardan biri. Ama tabii ki kim istemez, hüznün mutlulukla elele gelmesini… Bu şarkı, hüzün arkaplanlı melodilerine, arasıra bir iki melodiyle mutluluk damlatsa da, o değindiğim bengi dönüşsel sızıyı derin derin hissettiriyor her bir piyano tuşunda. Mutlulukla hüzün, piyanonun siyah ve beyaz tuşları gibi olsa, parmaklarım bu ikisi üzerinde gezinirken, gönlümün telini tıngırdatsa, klavyeye düşen gözyaşları da akorları bassa ve ardından, okur (ve hatta dinleyici) mutlulukla sarılsa bana. İşte bu benim hayalim sevgili okur. 19 Mart 2011

Vanitas - Re-Inkarnation

Tüm goth metal şarkıları Almanca söylenmeli, tüm goth festivalleri Orta Avrupa’da yapılmalı ve eğer kökleriniz bu bölgeye ait değilse, goth metal grubu kurmanıza izin verilmemeli! Vanitas, Hollanda resim geleneğinde, ölümü ya da ölümün kaçınılmazlığını çağrıştıran resimler anlamına geliyor. Elbette, manalı bir kavram, hatta şahane bir grup ismi. Vanitas’ın kuvvetli melodilerinin karamsarlığı, bu tınıyı rahatlıkla verebiliyor dinleyiciye. Fakat, öykümüz tam da burada başlıyor. Karamsarlığın ve vanitas duyguları yaratırken grup, bilindik yavaş ve uysal ve ‘damardan’ melodiler değil, ritmik, nispeten dinamik tonlar ve bu tonlara eşlik eden hissi brütal vokaller kullanıyor (çok şükür). Bu dizge bana tanıdık geliyor: ivedi hayat telaşeliğinde, hüznü dinamizmde, koşa koşa akıp giden hayatın slow-motion’larında yakalamak, yakaladıktan sonra bırakmamak ve bu tutunma halinin yarattığı brütal çığlığın haykırışı, bildik bir süreç. Bu süreçte reenkarne olan da, eh, kim bilir, belki mutluluk, belki de hüzündür… 18 Mart 2011

Pale Forest - Taller, yet Smaller

Bana mutluluk nedir, diye sorsalar, vereceğim yanıtlardan biri, klişe gotik şarkılarda özgünlük aramaktır, olur. Pale Forest da bu kaideye bir istisna değil. Ama şarkının tonundaki yumuşaklık, tatlı dijitallerle renklendirilmiş sound, buğulu ve kısık vokalin yarattığı hüzün dalgası, tıngır mıngır gitarlarla birleşince, deymeyin keyfime… 17 Mart 2011

Esra Dalfidan - Ben Seni Sevdiğimi

Okur soracaktır, neden üstad Erkan Oğur değil de, çaylak Avrupai cazcı Dalfidan’ın yorumuna yer veriyorum? Evvela, Dalfidan’a eşlik eden piyanonun tılsımını, telli çalgılara tercih etmem önemli bir neden. Ama belki de en önemli neden, bu yorumdan ‘birlikte hoşlanmak’, yani diğer bir deyişle, Dalfidan’ın ortak duygulanımlar yaratmadaki başarısı. Dahası, usul usul başlayan şarkının, yeri geldiğinde emprovize bir kulvara kaykılması ve ardından hemencecik sakinleşmesi, akil ve uslu bir balad halini alması, bu baladın sadece göz yaşıyla değil, ‘nefesle’, yaz mevsiminin ve yeşil yaprakların verdiği kısmi ‘neşeyle’, işte tam bu ironiyle söylenmesi ve yine de hüznü umutla harmanlaması benim sevdiğim yönleri bu şarkının. ‘Ben sana doyamadım’ demek, ne romantik değil midir sevgili okur? 16 Mart 2011

Marco d'Ambrosio - A Bit(e) of Hope

Cuk diye oturuyor değil mi? D’Ambrosio’nun güzeller güzeli soundtrack albümünde beni anlatan o kadar çok ezgi var ki, daha önce değinmiştim. Bu kısacık şarkı, kısacık bir mesaj aslında. Çok sakince başlayan, sonra polifonik bir ahenkle devam eden, hissi girdapları çok melankolikleşmeden, tatlı bir tebessümle sürdüren bir ahenk adeta. Arabeskleşmemek elde mi? Haydi hep beraber haykıralım, yalancıktan olsa da, "I don't want you to worry about these wounds of mine. They will heal…" dememiş miydi Meier, Charlotte'una… Peşinden de eklememiş miydi o diğer tatlı şarkıda “Then we shall go to the City of Night and distant stars. When we go there, we can be alone, and free to love each other”… Gel de gözyaşı vampiri sevgili ardından kanamasın yüreğin… 15 Mart 2011

L’Âme Immortelle - Life will Never Be the Same Again

Gotik baladları seviyorum. Elbette, sadık okur, bu köşede işlenen şarkıların bilhassa sözlerinin manalarının benim için ehemmiyetine aşinadır. Kaldı ki, ekseri Almanca söyleyen grupların, İngilizce söyledikleri ‘piyasa’ şarkıların benim için çok çekici olmayabileceği de aşinadır sanırım. Ancak, yine de bir tılsım var. Büyük vaatler, büyük kararlar ve büyük inanışlar benim çok hoşuma gidiyor ve hatta hatta işte bunlar bana insan olduğumu anımsatıyor. ‘Hayatın bir daha eskisi gibi’ olmayacağını karamsar bir şekilde söyleyen düet, aslında böyle bir vaatte bulunuyor, böyle bir söz veriyor. Kabul, belki hayatta kalma içgüdüsüne pek uygun bir tavır değil bu. Ama yine ben, romantik hayallere kavuşmak uğruna, bir müddet nefessiz kalmanın, en kutsal hayallerden biri olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. 14 Mart 2010

Bergen - Dert Bende

Bergen’in ‘legacy’si tüylerimi diken diken ediyor. Sesini çok güzel bulmuyorum. Anlattıklarını çok tinsel bulmuyorum. Şarkı sözlerini çok etkileyici bulmuyorum. Şarkıların düzenlemesini müzikal manada yeterli bulmuyorum. Bu şarkının, bu köşede yer almasının nedenine gelince… Mahsun bir başkaldırı görüyorum bu şarkıda. Ezikliğinden utanmadan baş kaldıran tuhaf bir arabesk isyankeşlik hissediyorum bu şarkıda. Bilhassa meselenin aşk olması, bakalım daha ne kadar klişelere başvuracağım, bu mahçup isyankarlığı daha da hissi kılıyor. Kimi zaman, yüzüne kezzapla tecavüz edilen Bergen’den, kalbine kezzapla tecavüz edilen gönüllere ince bir saz, diyesim geliyor bu şarkıyı dinleyince. Ne mümkün arabeskleşmemek, ne mümkün kapılmamak melankolinin kara safrasına ve ne mümkün sempatiyle o acıyı paylaşmamak? ‘Ben rüyamda bile yalnız seni sevdim’, ey okur, kim söyler bunu bana senden başka? 13 Mart 2011

Memmedbağır Bağırzade - Sen Gelmez Oldun

Kim bilir kaç edisyonunu dinledim bu muğamın. Aşağıda bir yerlerde, Esra Dalfidan’ın caz varyasyonu yorumu üzerine duygulanırken, yadıma hemen bu yorum düşüb. Evvela, yorumcunun adının, bizim İbrahim Tatlıses gibi bir mahlas olduğunu fark etmekte fayda var. Buna rağmen, yanık yanık, ‘okunduğunda’ bu muğam, kimin içini ısıtmıyor ılıcık gözyaşlarıyla? 12 Mart 2011

Serdar Ortaç - Gitme

Aşklarda arkada kalmanın sızısını, tekrar tekrar öğreniyorum ki, Büyük Üstad Serdar Ortaç da en azından benim kadar derinden duyumsayabiliyor. O yalın Türkçesini akılda kalır kafiyelerle süslediğinde hele, yarattığı doğulu ezgilerin ve ritmlerin titrettiği gönül teli, ince ince besliyor dinleyicinin ruhunu. Rus romancıları gibi, kimi yerde kendini tekrar ediyor görünse de, buna verecek cevabınızı da hemen anımsayıveriyorsunuz, değil mi? ‘Suç ve Ceza’dan sonra, Dostoyevski ‘Karamazov Kardeşler’de kendini ne kadar tekrarladıysa, Büyük Üstad da bu şarkısında, aşkın ve hasretin o tanıdık iklimlerinde ruhumuzun tayfununun peşindeyken, o kadar kendini tekrar etmiştir. Büyük Üstad’ın yaratıcılığının, buruk liriklerle örülü bir arabesk göbek havası olması, kendisinin ruhundaki samimi ironinin dışavurumu değil midir? 11 Mart 2011

Yeni Türkü - Sonbahardan Çizgiler

İster Derya Köroğlu’ndan, ister Zerrin Atakan’dan dinleyin (Zerrin Atakan’ın Londra’da psikiyatrist olması bana hala pek anlamlı geliyor), ister kimi gruplardan cover’ını dinleyin, şarkının değişmez bir tınısı var tutsaklığa dair. Zoraki tutsaklıklar dışında, gönüllü ve biraz da iradi tutsaklıkları düşünmeden edemiyorum. Aşk, izah etmeye ne hacet, bence gönüllü esaretin doruğu, bu nedenle de özgürlük tartışmalarının belki de ilk içgüdüsel kaynağıdır. ‘Geçen sonbahara’ bakıldığı gibi, aşklarda da geçen aylara yıllara bakılır, ah denir, sevgiliye sokulunur, ardında da birlikte gülümsenir, ‘ne güzeldir yollarda olmak şimdi’ denir. Düşünmeden edemiyorum: belki de aşk, bittiğini sandığımız bir yolculukta, her durakta maşuğu tekrar keşfetmek, duraklar arasında da maşukta keşfedilecek yeni yeni noktalar yaratmaya çalışmak değil midir? Yola çıkınca, bir bakarsınız, eski maşuk, yeni maşuk olmamış mı? Yanlış anlamayın, monogamiye kör methiyeler düzmüyorum. Sadece, şu çiğ hazcılığın atlayıverdiği, keşfetme duygusunun vereceği derin güven ve mutluluk duygusunun, gezgince altını çizmek istiyorum. Yollarda olmak güzeldir, ufka baktığınızda içiniz pır pır ediyorsa… Benim, sevgili okur, içim işte böyle pır pır ediyor.. 10 Mart 2011

S.C.A.L.P - Till the clouds fly

Sene, ben diyeyim 1998, siz deyin 1999… Ankara çıkışlı, pek tatlı bir doom-metal derleme ‘kasetinde’ tatmıştım bu şarkıyı ilk olarak. Defalarca ve defalarca, bıkmadan ve bıkmadan dinlemiştim. Şarkının amatörlüğü, basit ve bir nevi ilkel olması beni çok çekmişti. Dahası, doom-metal’den ezberlediğimiz şu ‘damardan’ şarkı zihniyetini, sert ezgilerle, bir tür post-rock’vari bir şekilde hatta, ziyadesiyle beceriyor S.C.A.L.P. Beni nasıl mı anlatıyor bu şarkı? ‘Till the clouds fly’, bakın ciddiyim, oldukça damardan bulduğum bir şarkı. Hıçkıra hıçkıra ağlar gibi şarkı söyleyen My Dying Bride vokali gibi (evet, o günden beri bir daha asla gitmedim MDB konserine), brütal ile clear vokal arasında sendeleyen, S.C.A.L.P, kimi yerlerde, nefes almak için hıçkırmaya ara veren, sonrasında hemen ama daha şiddetli hıçkırmaya, çığlık atmaya başlayan, çektiği acıları, melodinin tınısına uydurmaktan da vazgeçmeyen bir duygulanımı yansıtıyor. Hamiş: Grup, onbeş yılı aşkın süredir aktif ve son albümlerini 2010 yılında çıkardı, unutmadan belirteyim. 9 Mart 2011

Ugly Kid Joe - Cats in the Cradle

Gerçekten ben de beklemiyordum bu şarkıyı anlatmaya çalışmayı. Yaklaşık 4 yıldır listemde, ilham mı desem, bekleyip duruyordu. Malumunuzdur, bu şarkının türlü türlü varyasyonları var. Ama ben en çok bu halini sevdim, en çok bu halini seviyorum. Neden mi? Evvela, şarkı sözlerindeki tatlılığın, vokalin naif enerjisiyle buluşmasını seviyorum. Her ne kadar rock/grunge senteziyle ifade edilmeye çalışılmış olsa da, şarkının yumuşak huylu, saçlarınıza üfleyen bir meltem gibi akıvermesini seviyorum. Bu şarkı hayallerimi anlatıyor. Hayat beni her ne kadar o hayallerden itmeye itmeye çalışsada, ben de ne kadar buna karşılık vermeye çalışsam da ve neticede yaşamın kendisiyle itişmeye dönüşse de öyküm, hemen aşağıdaki albüm kritiğine bakın, bazen aşk, sevgili okur, mücadeledir. Ve bu çok romantik bence sevgili okur. 8 Mart 2011

Grup Yorum - Gel ki Şafaklar Tutuşsun

Ne derseniz deyin, Marksist romans benim hoşuma gidiyor. Dahası, beyhude bir kahramanlık, boş bir epik zihniyet görmüyorum ben bunda. Aşk kahramanlıklarının illa ki maço ya da şiddetperver olması da gerekmiyor üstüne üstlük. Bence, Adnan Yücel’in şiirini, sıkı durun, çok güzel bir klişe kullanacağım, ancak bu kadar güzel besteleyebilirdi Grup Yorum. Aşkın ‘kan’ ve ‘barutunun’ ne olduğunu düşünmek, sevgili geldiğinde ‘tutuşan şafağın’ nasıl metaforlar olduğunu tartışmak apayrı bir mesele, kabul. Hemen her Grup Yorum şarkısında olduğu gibi, gene akışkan bir ezgi, enerjili bir ritm, olgun bir tınıyı duyuyorum bu şarkıda. Uzatmayayım. Adnan Yücel’in tatlı şiirlerinden biriyle selamlayayım uzak diyarları.

“aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa…”

7 Mart 2011

Esra Dalfidan - Sen Gelmez Oldun

Amsterdam’da merkezi tren garı Centraal Station’un biraz berisinde, dünyanın en tatlı caz klüplerinden biri vardır. Klüp kentin kuzeyindeki geniş kanalın üzerinde, gece aydınlanan heyacanlı kenti seyreder camekan duvarlarıyla. Nemli Amsterdam ikliminin buğuladığı camduvarı, içeriden de gözyaşlarınızın nemi ıslatır damla damla. Evvel zaman içinde, bir dostumla çarşamba geceleri jam session’unu dinlemeye gitmiştik her zamanki gibi Bimhuis’a. Tesadüf bu ya, Üniversite’nin konservatuvarının mezuniyet konserine isabet ettik. Sahnede de Esra Dalfidan vardı ve cazsal bir yorumlamayla icra ediyordu bu şarkıyı. Bu şarkının hüznü sanki o hüzünden kaçmaya çalışan bir ritmle söylendiği zaman daha da berraklaşıyor. Dalfidan’ın caz ritmleri, ritmlere eşlik eden buğulu üflemeler ve ‘gelmeyen yarin’ ardından haykıran kuvvetli vokaliyle birleşince, şarkının en derininde yatan sızıyı pek güzel aktarıyor. Kimi zaman, lütfen yargılamayın, bu şarkının benim çok haberdar olmadığım kökenimle, haberdar olduğum hissi kökenimi, Hazar havzası ve Alçak Ülke, damak zevkimizi bozmadan harmanladığını düşünüyorum. Ama bu şarkı bana elbet bir şeyler kattı. Bir insanın gözleri ebedi bir şekilde nasıl buğulanır, sevgili okur, ben bu şarkıda öğrendim. 6 Mart 2011

Massive Attack - One Love

Olgun aşkı, dingin ve huzurlu sevgiyi bu şarkıda buluyorum. Benim gibi, “sevmeyi bilmeyen” birinin bile gerçek sevgiyi derinlerde kalıcı olarak hissetmesinin manifestosu bu şarkı. Bu nedenle, gariptir, beni Parmenidesçiliğe oldukça yaklaştırmıştı. Bir gün Bristol'e gideceğim ve orada MA'ın klübünde bu şarkı çalacak, inanıyorum. 5 Mart 2011

Can Başkent - Hey Okay! (Anneke van Giersebergen triplet cover’ı)

Klavyenin başına, dünyanın en tatlı, en romantik, en içli, en hisli, en derin, en hüzünlü, en pırpır yürekli şarkısını bulup review’ini yazacağım diye geçtim. Düşündüm, düşündüm ve düşündüm… Sıraladığım vasıflara en yakın şarkının bu olduğuna kanaat getirdim biraz tereddütle. Anneke’nin sesine, kimse sevmese de, vokalistimizin gerek brütal gerekse rock vokalle eşlik etmesini ve bu icra esnasında beliren brütal çığlıktaki romantizmi de, rock vokaldeki teneke acemiliğin yarattığı yüz kızarıklığını da çok seviyorum. Başkent, bu şarkıda, vokal kuvveti olarak kendini ne kadar aşmış görünse de, anlaşılan o ki, bu şarkının tatlılığına karşılık verebilme sevimliliğinin ilhamını şarkının liriklerinden almış. Nasıl başlıyordu şarkı? ‘Your eyes / …’. Bu şarkının bir ruhu olduğunu hep sezinleyiveriyorum Başkent’ten dinleyince - belki bu ruh, üfürseniz uçacak kadar narin ve korkak, ama gene de sanki, tatlıcıda, en güzel pastanın bir garson tepsisinde önünüzden geçip beriki masada başka birinin önüne konması gibi, bu şarkıdaki eğlence ve hatta hüzün de, bir çoğu için hep beriki masadakilere nasip oluyor. Başkent, bununla yetinmiyor, şarkıya vokalleriyle (hem brütal hem rock) müdahil olarak, sanki, son kalan kuvvetiyle, yan masaya erişip en azından çikolata sosunun kokusunu içine çekiyor. Bunu da derin derin yapıyor. O nefesi de geri verirken, ruhundan süzerek, kalbinden geçirerek, damarlarından akıtarak, uzun uzadıya, bıkmadan sıkılmadan, yedire yedire üflüyor nefesin hakkını vererek. Şarkı, dedim ya, romantik sevimliliklerle dolu. Bilhassa şarkının hemen başlarındaki mikrofon yankılanması, kim yerde brütal vokalin desibel manasında arkaplanda kalması ve teneke rock vokalin ister istemez öne çıkması bana epey sevimli geliyor. Bu şarkı, bir şarkının yürekle nasıl ‘okunacağını’ öğretti bana. 4 Mart 2011

Cradle of Filth - Nymphetamine (Jezebel Deva Fix)

Farklı tonlarda tekrar yorumlanan metal şarkılarda, ilk aklıma geleni bu (ikincisiyse Megadeth ve Lacuna Coil ablanın tekrar yorumlayıp rezil ettiği ‘A Tout le Monde’). Bu şarkıyı 10 Nisan 2007’de yorumladığımda, şöyle demiştim: ‘Her zaman otantiğin değil de, bazı bazı klişenin ve alışılmışın dinginliğini aradığımda severek dinliyor ve izliyorum bu şarkıyı’. Yıllar içinde pek bir şey değişmemiş anlaşılan. Ancak, bu sefer, şarkıyı Jezebel’den dinlerken daha bir sevdim şarkıyı - onun sesindeki ikircikli hüznü duyabildim, onun sesindeki yağmurumsu ürkekliği sezebildim. Bu da beni mutlu etmeye yetti de arttı bu şarkıda. 3 Mart 2011

10000 Maniacs - Because the Night

1978’de Patti Smith’ten doğan bu şarkıyı pek severim. Ama en çok 10000 Maniacs’tan dinlemeyi severim. Natalie Merchant’ın sesinden dinlemeyi özlerim sıklıkla. Belki oldukça basit ve hatta komik sözlerinin yarattığı tatlılık hissini severim, belki de bilhassa 10000 Maniacs düzenlemesindeki piyanoyu severim. Kim bilir belki de bıkmadan usanmadan üstüste defalarca dinleyebilmeyi severim. Ben bu şarkıyı, sevgili okur, pek severim. 1 Mart 2011

Rossini / Tae-Joong Yang - Largo Al Factotum

Öykü bir kaç yıl öncesine kadar gidiyor… Viyana Opera’sında Rossini’nin ‘Sevil Berberi’ni dinleme imkanı bulmuştum. Berber, Tae-Joong Yang tarafından oynanıyordu. Hissimi hemen söyleyivermişti Berber: ‘Fortunatissimo per verità!’. Bu arya, şansın emekle yaratıldığını Aytmatov-vari bir üslupla, lümpen ile emekçi karşıtlığını sezdirerek anlatıyor bana. Marks ve Engels’in manifestosunu, ‘Selvi Boylum, Al Yazmalım’ı ve hayatı aksak ritmli bir şarkı olarak yaşayanları anımsıyorum bu aryayı her dinlediğimde. 1 Mart 2011

Clotaire K - Ya Saryan

Hiç beklenmeyen bir şarkı değil mi benden? Hani şu Berberice’yi andıran (ahh, El Magrib) sözlerin manası beni çekiyor kendine. Bir kaç gün içinde onlarca kere dinlemiş olmam, arabesk hip-hop’un oynaklığına rağmen, gene şarkıdaki hüznün izini sürebilmiş olmak, acılı bir tat veriyor bana. Bu şarkıyı dinlemeden önce Rossini’nin ünlü aryası Largo Al Factotum’u notalarından takip ederek dinlerken, birden bu şarkıya geçmemin nedeni de bana kimi zaman tuhaf geliyor. Si-bemol polifoniden, tıngır mıngır Berberi ritmleri arasında, gidip geliyorum. 18 Şubat 2011

Flowing Tears & Withered Flowers - Flowers in the Rain

11 Kasım 2010

Forever Slave - Lunatic Asylum

Bugün iki tane ‘neşeli’ şarkı kritiği yazınca, personam ile bu şarkılar arasında bir ilişki olduğunu iddia edince, şaşırdım. Derhal bunu telafi etme ihtiyacıyla, eski göz ağrılarımdan Forever Slave’in adı güzel kendi güzel şarkılarından birini açtım. Kabul etmeli, şarkı klişelerle örülü. Klavyanin ve yaylıların sağladığı hisli uvertürün yarattığı etkiden sebeplenmeye çalışmaktan tutun da erotik modelden devşirme korseli vokaliste dek, aynı klişeyi ‘beauty and the beast’ vokal kompozisyonlarıyla da sergiliyor. Bazan klişeler iyi gelir kulağa gene de, alıştık tarzı tekrar tekrar dinlemek, belki de sevdiğiniz kitabı tekrar okumak gibi, her seferinde beğeninizi yeniden keşfetmenize yol açar. Tanıdık bir mekanizma değil mi? 11 Kasım 2010

Asian Dub Foundation - Punkara

Aslında bir tür politik marş bu şarkı bana sorarsanız. Enerjisi ve ritmi kendini ister istemez belli ediyor. Kimileri, ilişkilerde ve hayatta yapılabilecek gündelik devrimleri ya çok ‘erkek’ bulur ve Doğu’dan aşina gelen o uhrevi ‘uyum’ ve ‘dinginlik’ ve ‘huzur’ sevdasını ulaşılamayacak bir amaç olarak önüne kor. Punkara öte yandan, Asyatik bir uvertürle açılan, akabinde tatlı tatlı elektronika ritmlerle kendini canlandıran asi bir şarkı. Kim istemez ki isyanın ezgilerinin böyle tatlı olmasını? 11 Kasım 2010

Transglobal Underground - Elena

Gülümsediniz değil mi hemen? Farkındayım, neşeli şarkılar yazmaya alışık hiç değilim, hele fusion şarkılar yazmaya hiç alışamadım. Belki, tuhaf bir ironidir bu - şarkılarla mutlanmaya çalışmak.. Kim bilir belki, sevdiceğinizle fuse etme ihtiyacının melodik bir yakamozudur bu şarkıdan aldığım heves. 11 Kasım 2010

Rosey - Love

Ne tatlı, ne içli… Hani bu sayfada, melodik metalin hüzünlü lirikleriyle, titreten melodilerini okumaktan bıkmayan okur için sürpriz olmuştur bu şarkıya yer vermem ve hatta hatta bu şarkının beni anlattığını iddia etmem. Dahası, hatırlayınız Bridget Jones’s Diary filminden olduğunu anımsarsak bu şarkıyı, denklem biraz daha karmaşıklaşıyor. Toparlayayım, bu şarkı beni anlatıyor sevgili okur, zira bu şarkıdaki gibi hüzne gülebilmeyi, gülerken hüzünlenmeyi pek seviyorum. 26 Haziran 2010

Cradle of Filth - Bathory Aria

"if only i could have wept / in mourning by her side / i would have clasped her so tight / like storm-beached aphrodite / drowned on kytherean tides" Gerçekten bıkmıyorum, gerçekten. Artık klasikleşmiş bier CoF şaheserinin kritiğini yazmak elbette tuhaf bir his. CoF ezgilerine bandırılmış hislerin, gitar perdelerinden akan riff'ler kadar doğal ve kendiliğinden olması hoşuma gidiyor. Destansı şarkı sözlerinin de bu doğallığa bir o kadar derinlikte eşlik eden fısıltılar olduğunu düşünüyorum. Bathory Aria, muhakkak ki gene romantik bir vampirella hikayesi, ama kim düşünmez ki bu vampirin, can suyunuzu alıp karşılığında hayatınıza hayat katan sevgilinin hayaleti olabileceğini. 6 Haziran 2010

Anneke van Giersbegen & Danny Cavanagh - Jolene

Bu şarkı bir Dolly Parton cover'ı malum olduğu üzere. Anneke'nin büyüleyici vokalinin ötesinde, bu cover'ın pür sadeliği ve tuhaf bir kadın romantizmi olumlarcasına ama biraz da ürkek ve mahçup bir şekilde seslendirmesi beni çok etkiliyor. Özellikle, 'erkeğimi alma benden' derken dahi 'lütfen' demesi, beni benden alıyor, derler ya. Tot ziens, Anneke! 6 Haziran 2010

The 69 Eyes - Dance D'Amour

Klişeleri sevdiğimi daha başka nasıl vurgulayabilirim acaba? Asıl klişeleri kullanarak bir şey yaratabilme, sanki bir bulmaca çözmek gibi, tuhaf ve sınırlandırılmış bir baskıyla şekillenmiş görünse de, bence etkileyici bir kabiliyettir. The 69 Eyes, her ne kadar taklit bir grup olsa da, kimi romantik tınıları bu şarkıyla bana bir hafta içinde yaklaşık üç yüz kere dinletebildi. Dans ederek, yıldızların üzerine basarak parlamak ve bu parlaklığın aşkı artırması gibi bir imgeleme sevkediyor bu şarkı beni; dedim ya, klişeleri seviyorum. 6 Haziran 2010

Nick Cave & Kylie Minogue - Where the Wild Roses Grow

"from the first day i saw i knew she was the one / as she stared in my eyes and smiled" (…) "and i kissed her goodbye, said, 'all beauty must die'" Nick Cave'e alışık olanlar yadırgamaz bu sözleri, ama gene de bu şarkıda beni, ya da benlerden birini anlatan en önemli husus andığım sözlerde kendini belli ediyor. Açıklayayım. Bu şarkıda beni çok etkileyen bir döngüsellik var; şarkı adamın kadını gördüğü ve güzelliğinden etkilendiği ilk anda başlıyor ve gene adamın kadını son olarak gördüğü ve gene güzelliğinden etkilenmiş olduğu son anda bitiyor. Ben bundan etkileniyorum arabesk bir sızıyla. 6 Haziran 2010

In Flames - Pallar Anders Visa

Bu satırların okuruna artık klişe gelecek, farkındayım. Sert metal gruplarının akustik ve melodik ve dahası melankolik şarkılarına apayrı bir bağım, ilgim var. In Flames de elbette bu sahada müthiş bir etkiye sahip. Grup, sadece Jester's Race ile değil, Pallar Anders Visa'daki kısa ama tatlı arpejiyle, hadi bir klişe daha, gönül telimi titretiyor. Açıkcası şarkının öyküsünü bilmiyorum, Pallar Anders'in kim olduğundan da haberdar değilim ki şarkısı yazılmış. Ancak, bildiğim şey, bu tatlı melodinin temposunun sanki sevgilinin kalp atışı ritmlerine denk olması ve dahası bu ezginin o kalp atışına bağlı olarak sevgilinin soluk alıp vermesini süreğen bir keman tınısıyla masmavi göğe yansıtması ve tüm bunların üstüne, şarkının vokalsiz bir sessizlikle, sözcüklerin değil bedenlerin ve gözlerin konuştuğu o aşk anlarını yadetmesidir. Bir insan daha ne ister, mavi gök yüzünün altında nefes alan sevgilinin kalbini ve nefesini dinleyerek gönül teline arpej atmak dışında… İşte okur, Pallar Anders Visa tam da bunları anlatıyor. 5 Haziran 2010

Zülfü Livaneli - Gözlerin

Tamam çok klişe, tamam çok sıradan ve hatta basit bir melodi… Müzikal olarak bu şarkıyı savunacak değilim, ama [her zaman bir 'ama' var] nedir bilmiyorum beni bu şarkıya çeken o kuvvetli duyguyu… Dinleyesim, dinleyesim geliyor ve sonra da bu şarkıyla uyumak ve uyanmak ve ağlamak ve gülümsemek ve güneşin batışını seyretmek ve düşünmek istiyorum. 26 Mayıs 2010

Marco d'Ambrosio - Mortal Meier

Sevdiği fani kadını korumak için güneşe çıkıp kendini imha etme riskini alan vampir acaba, çok mu banal geliyor kulağa bilmiyorum. Ancak Charlotte ve Meier aşkı, ki D'yi bile etkilememişmiydi, faniyi ölümsüzleştirecek kadar romantik görünüyor gözüme… "I don't want you to worry about these wounds of mine. They will heal…" dememiş miydi Meier, Charlotte'una… 4 Nisan 2010

Mercan Dede - Nar-ı Şems

Usul usul, sakince ama bir yandan da hisli, belki de coşkulu ve sevgili… Mercan Dede'nin bilindik füzyonlarının en tatlılarından bu şarkı ve içindeki ritmik ve repetetif hüzün, çok da sık olmaz ya, umuda ve mutluluğa kısacık göz kırparak belli ediyor kendini… 4 Nisan 2010

Massive Attack - Teardrop

MA'yı çok sevmemin nedenlerinden biri bu şarkı. Bu şarkıyı tanımlayan tek ama tek sözcük 'duru'. Aşk kadar duru, nefes kadar duru, gözyaşı kadar duru... 5 Mart 2010

Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu - Derdim Çoktur Hangisine Yanayım

Bağlamanın ve diğer bir çok telli çalgının duygulanım yaratmadaki çağrışımlarına hiç ısınamamışımdır. Bu şarkıda işitsel olarak tiz enstrüman seslerinin, nispeten bas vokallerle kontrastını sevdim. Bilhassa birleşik notaların telli enstrümanlarda çalmanın garip zorluğunun şarkı sözleriyle kaynaşmasından etkilendim. Ben Oğur ve Demircioğlu'unu yorumunu sevdim. 10 Şubat 2010

Emilie Autumn - The Art of Suicide

The art of suicide / Pretty and clean / Conveys a theatrical scene / "Alas, I'm gone!" she cried / Ankles displayed / Melodramatically laid / Under the arches / Of moonlight and sky / Suddenly easy / To contemplate why / Why... 13 Mart 2009

Anneke van Giersbergen ve Agua de Annique - Pure Air (tüm şarkılar)

Ben Anneke üzerine, yazıya dökülmesi yıllar süren bir yazı yazdım. Yazıyı yazarken de çok zorlandım, okurken de. Hele şarkıları dinlerken daha da zorlandım. İçim cız ediyor Anneke'yi her dinlediğimde. Agua de Annique projesini dinlerken hep ürperiyorum ve biliyorum ki hep ürpereceğim. 8 Mart 2009

Coralie Clement - Je Ne Sens Plus Ton Amour

1. Kadın - erkek hüzünlü düetleri seviyorum. Teoman- Şebnem Ferah'tan tutun da Nick Cave - Kylie Minogue'a ve hatta Helen Vogt - Johan Edlund'a dek bir çok şarkı beliriveriyor zihnimde hemen. Coralie'nin Étienne Daho ile sunduğu bu düet de yukarıda sıraladıklarımdan farklı değil. Hüzünlü mü hüzünlü mü, ama güzel mi de güzel.
2. 1982 doğumlu Coralie'nin, artık "aşkını hissetmediği" adamla hüzünlü bir düete ses vermesi beni çok hüzünlendirdi.
3. Coralie de bu hüznü öngörmüş olacak ki, "C'est La Vie" diyor. İşta hayat bu, yapacak bir şey yok! Bir devrimciye söylenecek söz mü bu Coralie?! 28 Şubat 2009

Zeki Müren - Dertliyim Leyla

Sevda yaman bir çile, çekenler düşer dile / Ayrılık ölüm gibi, giden gelmiyor Leyla / Gülüm, yaprağım soldu, gönlüme hazan doldu / Bir ömür harap oldu, onu bilmiyor Leyla.. 20 Şubat 2009

HIM - Solitary Man

Ben neden bu şarkının ilk iki dizesinde betimlenen sızıyı çekiyorum bilmiyorum. Belki okur biliyordur? 18 Şubat 2009

Lacrimosa - Halt Mich

Her ilişkinin emniyet sözcükleri (safety words) olmalı bence. Malum kimi etkinliklerden tanıdıktır bu uygulama. "Tut beni" de böyle bir söz bence ve çok da uygun, çok da güzel. Ama, emniyet sözcüklerini, emniyet sözcüğü yapan şey, bunların sorumlu şekilde kullanılmasıdır. "Yalancı çoban" olmamak için, malum özen gösterilmelidir. Bu da bundan sonra okur, kulağına küpe olsun. 17 Şubat 2009

Naervaer - To Plan

Bu şarkıyı gerçekten yazamam, gerçekten. Umarım hatırlarsın okur, o günü ve o albümü. 14 Şubat 2009

My Garden - Lost in Blue Aegean

Çok ama çok ama gerçekten çok yıllar önce, bu şarkıyı çok ama gerçekten çok nadir bulunan bir karma underground doom metal kasetinde dinlemiş; azmedip, çok ama bu sefer inanılamayacak kadar çok nadir bulunan orijinal albümü de yıllar süren izsürmeler sonrasından edinebilmiştim. "Mülkiyet" kavramına müteşekkir olduğum çok nadir anlardan biriydi sanki o an. "Ege'de kaybolmam" sadece bir metafor değil; Bodrum Kalesi'nden görülen engin Ege manzarasının, aslında Kale'deki zindanların pencerelerinden de göründüğünü imgelediğim zaman, karşımda hep aynı çıkarsama beliriyor. Size acı veren kadın, aynı zamanda demek ki birilerini çok mutlu ediyor. 13 Şubat 2009

Nirvana - Where Did You Sleep Last Night?

Indeed. Where the hell did you sleep last nite? 12 Şubat 2009

Grup Yorum - Avusturya İşçi Marşı

"Aşk işçisi" sözünü yaratmamı, en iyi beni "seven" anlayacaktır. Hislerden damıtılan yaratıcı kuvvetin ürünleri, inanın abartmıyorum, oldukça derin oluyor. Sadece ilhamın değil, emeğin ve gayretin de, püriten bir Marksçılıkla, milim milim işlendiği işte bu emek-yoğun süreç, kimi sahte-bohemlerin göremediği noktalardan biri. Marksizme en yaklaştığım bu "selvi boylum-al yazmalım"-vari zemin, tam da bu şarkıda, "doğacak güneşi" görmemi sağlıyor. Emek ve gayret, insana, hatırlayınız astronomi tarihinden, Neptün'ü bile keşfettirir - bir kadının aşkını mı yeniden kazandıramayacak! 11 Şubat 2009

Cradle of Filth - Stay

Sheakespeare's Sister'ın ilk sevdiğim şarkısı "Hello" idi. "Stay"i bana sevdiren CoF oldu. Sevdiğinizin "sizle kalması" için eğer (şu ana dek) elli küsür şarkıyı anlattıysanız kendi kendinize, sanırım CoF'in bu cover'ını sevmek için yeterli nedeniniz ve gerekçeniz vardır. 10 Şubat 2009

Cradle of Filth - Cemetery and Sundown

Bu şarkının kusursuz bir prozodi olarak okullarda örnek olarak okutulmasını istiyorum - eğer çoktan böyle bir çabaya girilmediyse. Beni anlatan kısmı elbette müzik teorisine katkıları değil bu şarkının. Dikkatli okur yakalamıştır, "şarkılarımın" çoğunda sadece bir iki dizeye takılıp, tüm şarkıyı o dizelere indirgiyorum. Bu şarkı da buna bir istisna değil. Şarkının ilk saniyelerinden itibaren başlayan o güçlü enerji akışı, o coşku dolu nağmeler çok hoşuma gidiyor. Daha da hoşuma giden de bu coşkunun, CoF hayranları şaşırmayacak tabii ki, bir mutluluk haykırışı değil, arabesk bir hüzün omuzdaşlığı olması. O güzel gözlerdir hüznün kaynağı: "we prise wide lids"... 9 Şubat 2009

Carla Bruni - L'amoureuse

Bu şarkının etkisinden kurtulamıyorum. Sadeliğini ve basitliğini, sevdiğimle paylaşmadan duramıyorum - bu paylaşım tek yönlü olsa da. Bu şarkının etkisinden kurtulamıyorum. Liriklere bakıyorum, daha çok seviyorum bu şarkıyı. Çünkü ben bu şarkının etkisinden kurtulamıyorum. 21 Kasım 2008

Flowing Tears - Weeping Song (feat. Johan Edlund (Tiamat))

Nick Cave şarkılarının coverlarını dinlemeyi çok seviyorum, Flowing Tears elbette bir istisna oluşturmuyor. Beraber ağlamaların, evet güzel bir düet olarak düşünursek bunları, hayata beraber gülümsemek kadar elzem olduğunu - hadi adını koyalım, sağlam bir yoldaşlık duygusu geliştirdiğini hissettiriyor bu şarkı. Ağlamanın utanmak değil de bir çaresizlik, Pamuk'un dedigi gibi "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum." önermesini dile getirmenin yarattığı sızının doğal bir sonucu oldugunu düşunenlerden değilim. Şarkıda söylüyorlar, ağlamak da birlikte olmalı.. Ama o mutlu anlar gittikten sonra, kimle ağlayacaksın? 9 Eylül 2008

Yael Naim - Too Long

Pişmanlık kavramında derin bir irrasyonalite var. Geçmişi bugünün algısıyla değerlendirmek ya da bugünü dünden bakıldığında tahmin edilebilir olarak görmek olarak da yorumluyorum bu irrasyonaliteyi. Birinci tekilin kurduğu geçmiş zaman cümlelerindeki bu irrasyonalite, hissettiğim odur ki, ancak tatlı bir sanatkarlıkla bertaraf edilebiliyor. Yael Naim'in pişmanlık hüznüne dair birinci tekil göndermelerini, anlattım ya, ancak bu güzel melodiyle dinleyebilirdim: Not strong enough to be with you / (...) / Not strong enough to see you ve benzeri mısraların, işte o geçmişin, işte o temporal dengenin, işte o akışın doğal bir neticesi olarak görme hatasına ise, uzun uzun değindim, düşmüyorum artık. 29 Ağustos 2008

Ajda Pekkan - Haykıracak Nefesim Kalmasa Bile

Bir kaç onyıl öncenin romantizmini, çok utiliteryen olduğum zamanlarda, hayatın şimdilerde o zamanki kadar kolay olmamasına bağlayıveriyorum kolaylıkla. Elbette, bunun tersten okunması da mümkün. Şimdilerin zor hayatında, nefesim kalmıyor, daha derinden ve daha sık nefes almam gerekiyor demek. "Kalbim durmuşsa eğer çarpar seninle" demek de yanlış sayılmaz aslında. 28 Haziran 2008

Yael Naim - New Soul

Bu şarkının, sansonların Norah Jones-vari bir vokalle birleşmesinin ötesine geçen noktası, hani derler ya, şu tatlı ve ürkek romantizmi usul usul fısıldaması bence. Tatlı ezgiyi, içten içte bir hüzünle harmanlamak, zannediyorum, Yael Naim'in acayip kozmopolit arkaplanın marifetidir. Ama gene de, hüzün, Yeşilçam melodramlarından beklediğimiz gibi güzelce tatlıya bağlanıyor: "This is a happy end / Come and give me your hand / I'll take you far away". 24 Haziran 2008

Nick Cave and Bad Seeds - Do You Love Me?

Sürekli bu şarkıyı haykırmak istiyorum. 29 Mayıs 2008

Zülfü Livaneli - Odam Kireçtir Benim

22 Şubat 2008

Pink Martini - Let's Never Stop Falling in Love

Neşeli aşk şarkılarının, bilhassa bu şarkıda vücut bulan özelliği, sözü edilen neşeyi, aşkı kişilerden soyutlayarak ifade etme beceri ve istidatını göstermeleridir aslında. Pink Martini'nin, o güzel Paris bohemliği tınılarına sahip şarkılarındaki ruh zenginliğinin işte tam buna dayandığını düşünüyorum. Tolstoy'un meşhur sözü ("Bir insanın sizi ömrü boyunca seveceğine inanmak, bir mumun sönmeden yanacağına inanmaya benzer.") ve tanıdığım en akıllı insanlardan birinin ünlü sözü ("Aşk mutlaktır, kişiler değişir."), hep aynı noktaya dikkat çekiyor. Fakat, sanırım, benim saplantım aşk falan değil: bizatihi bir insan. Dolayısıyla, benim aşk ateşini körüklemem, ya da Pink Martini'nin nağmelendirdiği gibi, "sürekli bir kayan yıldız olma isteğim", nedendir, içi seni dışı beni yakan bir tezahüre bürünüyor. Zaten, işte o zaman değil midir, aşka dair tüm soyutlamaların yapılabilmesi. Öklid'in üçgenleri varsa, benim de... 16 Şubat 2008

Rammstein - Ohne Dich

"...und die Vögel singen nicht mehr..." Güzel bir türk şiiri gibi, değil mi? Bırakın kuşların şakımasını, ağaçların yapraklarının sesinin bile duyulmadığı bir his çölünden geçen bu şarkı, 'sezgisel' mantıki bir yapıya sahip dikkat edilirse. "Ohne dich kann ich nicht sein / Mit dir bin ich auch allein". Yalnızlık şarkılarının, jenerik olarak beni anlatması okura şaşırtıcı gelmeyecektir. Ama okurun dikkatini, beni anlattığı nebzede belki, bu yalnızlığın çoğul olması çekmiştir eminim. 12 Şubat 2008

HIM - Venus Doom

Artık insanların hislerini yaşamasının iyi mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilmiyorum. Bu açmazın çözümü her neyse, HIM bunun için iyi bir başlangıç noktası değil. Venus Doom'un artık klişeleşmiş HIM tınılarıyla da olsa, ki biz o tınıları seviyoruz değil mi, dinleyiciyi zorla hissi girdaplara çekmeye çalışması elbette şaşırtmıyor. Bu şarkının "Hesperus = Phosphorus" gibi ilginç bir felsefe tartışmasına (Frege, Russell, Kripke) neden olan "yıldız" olan Venus'u anlatması değil, tüm o mahçup ve bıkkın sızıyı ifade edebilmesinin nedeni. Nakaratının verdiği edilgen suç ortaklığı kabahatı, aslında Venüs'ün Akşam ve Sabah yıldızları olduğunu "keşfetmekten" bile daha sarsıcı. 8 Şubat 2008

Stephanie Blanchoud - Comme un tresor

Blanchoud'un umutlu ama gene de tedirgin bir şekilde "hazinesine" söylediği bu güzellemenin, en hoş yanı, bilhassa nakaratta oluşan duygu yoğunluğu ve heyecan bence. Umudun sadece şanson nakaratlarında kaldığının net bir kanıtı sanki bu şarkı. 15 Aralık 2007

L'Âme Immortelle - Destiny

Acaba, ismimin fransızcasını mi içerdiği için adında, yoksa "kader" gibi yaşamın tuhaf bi tesadüfünü içerdiğinden midir bilmem, ama tuhaf bir yakınlıık duyuyorum bu şarkıya. Karamsar sözleri ve bilindik Parmenidesçi, "bir olma" nüveleriyle aslında standart ve biraz klişe bir doom metal şarkısı olduğunu kabul ediyorum. Ancak, içinde öte yandan da garip bir kendine güven taşıyor şarkı:"one day you will see / I'm not your destiny / that we can not be / as a unity". 16 Ekim 2007

Moi Dix Mois - Angelica

Hiç bir zaman anlayamayacağım bir dilde söylenen bir şarkının beni anlatması nasıl mümkün olabilir, bilmiyorum. Ama şarkının 'verse' ezgisindeki dinginlik ve akışkanlık, meleklerin bu dünyadaki insanlar arasında 'dense' olabileceği hayallerini çağrıştırmıyor değil. 15 Ekim 2007

Kumiko Oguro - Lillium

"O castitatis lilium" 5 Eylül 2007

Zeki Müren - Ben Zeki Müren

Kimi hüzünlü şarkıların doom metal cover'ları inanılmaz bir sürpriz olur çoğu zaman. Ametal ritmlerle anlatılan hüznün, metalik melodilere dönüştürüldüğünde katlanarak arttığını defalarca dinlemişimdir. Bu şarkının da, içindeki özcü ya da megalomanyak hüzün ve yalnızlıkla, "doom metal cover'ının zevkle dinlenebileceği şarkılar" kategorisine kolaylık girebileceğine eminim. 2 Eylül 2007

MFÖ - Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da

"Şarkılarda düşünmek seni bana getirmez ki..." 7/7/7

Skrug & İlgar Muradov - Bana Bana Gel

Bir çok varyasyonu ve yorumu bulunan bu şarkının Skrug&I.M versiyonunu, bilhassa neden Azize Mustafazade'ninkine tercih ettiğim, ilk dinlemede kolayca anlaşılacaktır. Tatlı bir Hazar havzası romantizmi var bu şarkıda ve bu hoşuma gidiyor. Clapton'u bile Layla'sıyla etkileyen bu romantizmin fedakar tınıları, eh, elbette sadece Fuzuli'yi yaratmış değildir. Bu şarkıyı (zira bu düzenlemesi türkü formundan çok şarkı formuna yakın bana kalırsa) kişiselleştirmemin nedeni gani. Ama gene bir ikisini çekinmeden sıralayayım. Öncelikle, anladığım bir dille (Azerice), hiç anlamadığım bir dilin (Norveççe) aynı şarkıda buluşması bana, hissi münasebetlerin ortak ve ayrık dillerini anımsatıyor. Benzer şekilde şarkının solo ve koral bölümleri de, işte o ilişkilerin tekillik ve çoğulluk girdabının aslında, iyi bir şef ile mükemmel bir uyum yaratacağını ifade ediyor. Aşikar: iyimserlik için de karamsarlık için de her şarkıda yeterli veri vardır. Ama bu şarkıdaki karamsarlık hissedilmeyecek kadar az; en azından benim için. 1 Temmuz 2007

Konishi Kayo & Kondou Yukio - Shinkai

Elfen Lied, beni derinden etkileyen nadir animelerden. Shinkai [derin deniz], sadece diziyi anımsattığından değil, "nihayeti" de bana anımsattığı için beni anlatıyor. Denizin derinliği, her ne kadar o denizin bir dibi olduğunu göstererek hissettirmesine rağmen, nasıl o dibin çoğu zaman erişilemez olduğuna işaret ediyorsa, Shinkai'deki hüzün de, hislerin var ama erişilemez olduğunu anlatıyor. 20 Haziran 2007

Mercan Dede - Atman

"Atman" Sanskritçe nefes anlamına geliyor. Nefesin mistik felsefelerdeki rolü ve önemi azımsanamaz. Beni anlatan yönü ise, sanırım, aşkı nefesle üfleme idesi ve bu nefesin de benim kalbimden bedenime yayılırken kendine açtığı aşk kanalları. Aşkın tahribatı da, işte bu yollardan aşk nefesinin çekilmesiyle kendini göstermeye başlıyor. Aşk acısından hiç gücenmedim. Aşksızlığın beni nefessiz bırakmasından hiç ama hiç utanmadım. Gene de, bu şarkının sözlerinin alındığı Abdal anlatacak beni benden daha iyi: "Daim erkandır yolumuz, yoldan sapmayız / Biz tüccar değiliz alıp aşk satmayız / Kalbimiz temizdir, biz kin tutmayız" 30 Mayıs 2007

L'Âme Immortelle - Ohne Dich

Karamsar aşk şarkılarını Almanca dinlemek, elbette mazinin hüzünlerin hatırlatıyor. Karamsar ve neşesiz "Alamanya" semasının, karamsar ve neşesiz bünyemle özdeşleşmesinin tarihi her ne kadar çok da eskiye gitmiyor olsa da, etkileyici müzikleri Almanca dinlemenin etkisinin artması daha yeni yeni belirmeye başladı. Bu şarkının beni anlatan yönü biçare aşığın, maşuğa yaptığı derbeder bir çağrı olması değil sadece. Ama gene de ben kendime, Jean Luc Godard'ın dediği gibi, "une marge d'indefini" bırakacağım. Böylece, belki okur, bu sayfadaki tüm şarkıların hüzünlü olmasının beni nasıl neşelendirdiğini çözebilir, kim bilir. 27 Mayıs 2007

U2 - One

Artık malum olmuştur, bu sayfadaki her şarkının öyküsünde önemli bir pay, şarkının sözlerinde. Bu şarkının "günün şarkısı" olmasının nedeni sadece sözleri değil, yiten tekilliklerin ve tikelliklerin, U2'nun her zaman basit ve aslında sıradan bulduğum melodileriyle -işte bugün- sıradanlaştırılması. Bir'dim, hiç oldum, hiç'tim yok oldum, yok'tum çok oldum gibi sofist ve bir nebze (evet, favorim) Parmenidesçi aşk felsefeleri arasında gidip gelen zihin bulanıklıkları, Bono'nun hiç sevemediğim sesine rağmen, içimi sızlatıyor. Bulanık mantığa sempatik bakan bir ikili mantıkçıyım belki, bilmiyorum. Bir olmak ile yok olmak arasındaki geçişler beni hep acıtmıştır. Dolayısıyla, bu duygunun politikası da, ancak kalbimdeki ütopyada doyasıya yaşanabiliyor. 19 Mayıs 2007

Ojos de Brujo - Todo Tiende

Bu şarkının öyküsü biraz romantik aslında. Duyar duymaz sevdim bu şarkıyı (motivasyonum gayet güçlüydü zira), defalarca dinledim ve defalarca belleğimdeki kısa anıları hatırladım sözünü ettiğim romantizmle ilgili. "Hızlı öğrendiğimi" söyleyen flamenkocu kadının adımlarındaki gelgitler ve dengesizliklerin müziğini yapıyor Ojos de Brujo. Sizin sihirbazınız kim bilmem, ama benim sihirbazımın gözlerindeki enerji, gelgitleri ve kararsızlıklarına rağmen hala saçıyor o şehveti. 7 Mayıs 2007

Tarkan - Her Nerdeysen

"Sevdiğine kavuşamazsın, aşk olur" şiirsel anadolu aşk kültürünü özetleyen en tatlı anonim deyişlerden biridir bana kalırsa. Bu sayfada bıkmadan değindiğim aşk ve temporalite ilişkisini, Descartes'çi bir manada aşk ve boyut (extension) eksenine de taşımak kolay. "Gerçek" aşkın, zamana ve mekana bağlılığının sıfıra yaklaşması gerektiği üzerine ne güzel şiirler var literatürde. Benzer şekilde, Nazan Öncel şarkısında herkesin yaşamında öyle ya da böyle yer etmiş küçük sahil kasabası aşklarını anlatıyor ya usulca, benim de içim biraz cız ediyor doğrusu. Bu aşkların standart denklemidir: yıllar geçer ve kimse kimsenin nerede olduğunu bilmez. Ama kalplerde kalan duygular, şarkıda da söylüyor ya, yanaktan öpme ve martıların, çocukların sevdiği tatlı sevgili idesidir. Bu duyguların yenilmemesi ve yok olmaması için Oğuz Atay'ın dediği gibi (acaba Tutunamayanlar'ı nereden satın almıştım?) "Ben buradayım sevgili okur, sen neredesin?" 3 Mayıs 2007

MFÖ - Kelimeler Kafi

Bu şarkının benim yüreğimdeki yansımaları, sadece deneyimlerime ve yaşam kırıntılarıma değil, hayallerime ve hülyalarıma da dayanıyor. Dünyanın en güzel yerine, Bodrum'a bile gidemez olmam, hüznün gündelik hayatımdaki tek yansıması değil. İstanbul geceleri, Paris sokakları ve dahi Ankara'da bile yaşadığım tekillik ve yalnızlık ancak bu şarkıda ifade edilebilir benim anlayabileceğim şekilde. Gezilerinizde ve 'diyaloglarınızda' tek arkadaşınız gölgeniz ise ve dahası Bodrum'a gidip, mutluluk anıları travması geçirmek istemiyorsanız; belleğinizi sadece şarkılarla yenilemek en iyisidir. Ben, gene de direnerek, belleğimi her uyartıyla uyandırıp, unutmanın felcini yaşamak istemiyorum. Hüzünden kaçmak, aşktan kaçmaktır. 23 Nisan 2007

Cradle of Filth - Nymphetamine

Bu şarkının acaba "beni anlatan" bir şarkı mı yoksa, sadece "sevdiğim" bir şarkı mı olduğu üzerine çok düşündüm. Hala bir nebze ikircikliyim. Ama itiraf etmeliyim, Dani'nin klişe lirikleri, kusursuza yakın prozodisi nedeniyle belki de, beni etkileyebiliyor. Her zaman otantiğin değil de, bazı bazı klişenin ve alışılmışın dinginliğini aradığımda severek dinliyor ve izliyorum bu şarkıyı. Kendimi bu şarkıyla anlatmak istediğim anlar, kendini açıkça belli ediyor aslında. Fakat, belirtmeden geçemiyorum, gene de şarkının tüm sözlerini düşündüğümde atacağım tek söz şarkının ismi olurdu sanırım. 10 Nisan 2007

Carla Bruni - Quelqu'un m'a Dit

C'est quelqu'un qui m'a dit que tu m'aimais encore / Serais ce possible alors? Ne kadar mahçup değil mi? En sevdiğim aşk öyküleri sürprizler ve mucizelerle örülü olanlardır. Hatırlamak zor değil, aşk öykülerinde göz yaşları mutlulukla ancak o sürprizli anlarda akar. Ama düşünün, sürprizin yarattığı ilk etki, o mahçup ve belki de tereddütlü inanamama hali değil midir: "Gerçekten mi?" Carla Bruni'nin sesini, benim sevdiğim tınılara sahip olmasından ziyade, bu tereddütü ve belki de bu mahcubiyeti inanılmaz bir sıcaklıkla aksettirebilmesi nedeniyle seviyorum. Belki de, meslek itibariyle mahcubiyete meydan vermeyen sahne sanatlarıyla meşgul olması bu beklenmeyen mahcubiyetin, bende yarattığı şaşkınlığın nedenidir, bilmiyorum. Aslında, zaten sahnenin de tozunu attırdığı ilk meziyet mahcubiyeti sahteleştirmesidir. Ama ben yine de Carla Bruni'nin, asla anlayamayacağım bir şekilde, o mahcubiyeti sesinde ve belki de liriklerinde muhafaza ettiğine inanıyorum hala safca. 31 Mart 2007

System of a Down - Lonely Day

Sert grupların hisli şarkıları prensip olarak belki de, oldukça güzel oluyor. Pantera ve Megadeth'in şarkıları ilk aklıma gelen başat örnekler. Sözleri pek de şiirsel değil, standart ergenlik aşkları ve olağan melonkolik gel-gitlerden başka bir hs göremiyorum. Bu şarkıyı nasıl kişiselleştirdiğimin öyküsü de belki yavan gelecektir okura. Bu şarkıyı dinleyince, demek Kaliforniya'da o kadar az yalnız günleri varmış ki, şarkı yapacak kadar hislendiriyormuş adamları, diye düşünürüm. Oysa, benim yaşamımda, yalnızlık nefes almaktan bile sıradan. Kabiliyetimi dışavuracak becerim olsaydı, yapacağım şarkı yalnızlık üzerine değil belki de, sevilmek üzerine olurdu. 29 Mart 2007

Coralie Clément - Indécise

Bu şarkı beni anlatmıyor. Hiç bir zaman "indécise" değildim, en kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğunu hala düşünürüm. Ama, benim ilgimi çeken gene kararlılık ve kararsızlık arasındaki asimetri. Her ne kadar ilk bakışta, birbirlerinin karşıtları olarak görülseler de, aralarında bir elektrik var ve bu elektrik sanıyorum, kararlılık imajının, ilkel Darwinci manada, gücü sembolize etmesinden kaynaklanıyor. Coralie Clément'in sesinin tılsımı öte yandan, güçsüz imajıyla yarattığı derin çelişkiyle, zira müthiş bir sestir, kararsızlık ve kararlılık tartışmasında Coralie Clément'in duruşunu etkileyici bir şekilde belli ediyor. Hala fısıltının gizemini inanılmaz büyüleyici buluyorum ve keşke diyorum, duyduğum her ses fısıltı olsa.. 21 Mart 2007

Mercan Dede - Hayalname

Seyahatname projesini ilk olarak Mercan Dede'den değil, koreograf Beyhan Murphy ile yapılan bir röportajdan öğrenmiştim. Sonrasında gösteriyi 2 kez izleme imkanım oldu ve hayatımın en mükemmel dans gösterisiydi. Bir an bile gözümü sahneden alamadım, gözümü kırpmak için "act"lerin bitmesini bekledim. Alışıldık bir "sanat için acı çekme" hissiyatı değildi içimdeki. Hayalname'de, Mercan Dede'nin üflediği neyi dinleyince, ilk aklıma gelen Mevlana'nın içini ayrılık acısıyla doldurduğu neyin, hayallerle doldurulabileceği olmuştu. Haklısınız, ayrılık acısı olmasa belki de hayaller ve anılar Mercan Dede'nin turntable'ından benim gönlüme, oradan da sevdiğimin gönlüne akamazdı. 19 Mart 2007

Paris Combo - Attraction

Dillere anlam yüklemenin çok da matah bir tavır olmadığının farkındayım. Ama gene de, "fransızcanın romantizmini" seviyorum. İçine derin bir şekilde gömülmüş hüzne rağmen, sözünü ettiğim romantizm, o hüzünle, umudu ve gülümsemeyi birlikte var edebilmekte. "Paris Combo"nun aksettirdiği umut ışığı, bendenizin "le but du resistence"ını çok güzel anlatmıyor mu? Car si l'amour n'est pas dans l'air / Je préfère rester sur terre. Aşkın özgürlüğü olmadan sınırsız göğe savrulmaktansa ayaklarım toprakta, başımı kaldırıp gökyüzünü seyretmeyi tercih ettiğim için bu şarkı beni anlatıyor. 18 Mart 2007

Pink Martini - Sympathique

Kimi hisler oldukça dışsaldır ya, kimi zaman umudun da bu hislerden biri olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Avrupalı olmasa da, Pink Martini'nin fransızca şarkısında, umudun Paris sokaklarında, özellikle Latin Quartet'te dolaştığını, cafe'lerin bohemizmiyle beslendiğini, ama gene de kırmızı şarabın aksi olmadan kendini açık etmediğini hissediyorum. Tüm bu lümpen hülyalarımızı okşayan kimi lirikler var şarkıda. Bakın, Je ne veux pas travailler / Je ne veux pas déjeuner / Je veux seulement l'oublier... Ama yine de ben, defalarca belirtmişimdir, çalışmak ve yemek yemek istemediğim gibi, unutmayı da istemiyorum. 17 Mart 2007

Duman - Oje

Nokta, nokta, nokta. 12 Mart 2007

Lacrimosa - Alleine zu Zweit

Dinlediğim ilk Lacrimosa şarkısıydı. Çok sevmiştim. "İki kişilik yalnızlığın" aşktan başka bir şey olmadığını düşünürdüm karamsar anlarımda. Sonra, bu düşünce, kendi beceriksizliklerim ve utangaçlıklarım nedeniyle, yaşamımın geneline yayıldı. "Dans etmedeki" yalnızlığın, aslında bedenlerin birleşip gönüllerin ayrılması, sonrasında belki de hüzünlü bir reveransla bedenlerin de ayrılması olduğunu hissetmek için gözlerinizi kapatıp Lacrimosa'yı dinlemek yetiyor. İşin tuhafı, benim bu ayrılıkları ve yalnızlıkları yaşamam için tek bir salto bile yapmama gerek kalmamış olması. Sorun bu muydu dediniz? 2 Mart 2007

Leaves' Eyes - Intro Your Light

Liv Kristine'i yazılarımda yerden yere vuruyorum, farkındayım. Ama gene de Leaves' Eyes'ın mutlu aşkı mahçup melodilerle anlatışını Liv'in yazdığı tatlı sözlerle dinlemekten mutlu oluyorum. Baksanıza şu şarkının benim geçirdiğim son bir kaç ayı nasıl anlattığına: You're the depths of my own mind / And you're the heights of my creation / Wait for me, wait for me / Alone but strong when you're in my sight / Your love hit me like a stroke / Take me with you. Teşekkürler Liv, bana yazacak pek bir şey bırakmadın. 27 Şubat 2007

Soul Asylum - Runaway Train

Bu şarkının nostaljisi çok eskiler dayanıyor. Başka şarkılarını bilmediğim ve umursamadığım bir grubun içime işleyen bir şarkısı... Bana hatırlattığı en başat duygu, arkada kalma ve geriden el sallama hissiyatı. Hayatımın çok önemli bir kısmını arkada kalıp el sallayarak, insanları uğurlayarak, en sonunda da onları kaybederek geçirdim. Öte yandan, ben gitmeyi hiç beceremedim ve hep bekledim. Giden trenleri bekleyerek bir çok kondüktör tanıdım belki ama, kimse tren penceresindeki gözü yaşlı kadınların yerini tutmadı. 26 Şubat 2007

Mike Oldfield - Moonlight Shadow

Pop şarkılarının metal cover'larını çok severim. Britney Spears metal cover'larını severek dinlerim örneğin. Moonlight Shadow'u da ilk olarak bir goth metal grubundan dinlemiştim. Oldukça sevmiştim. Ama bu şarkının bendeki anlamı, gene zamanın geçiciliğine dair çağrışımlar üzerine kurulu. "Son" defaları, sanki kalbim hala kabullenemiyor. "Son" defaları, gerçekten "son" yapanın, duygular olduğunu kabullenmek benim için zor olduğundan kabahati zamana atıyorum, farkındayım. Ama gene de tesellim var, beni artık sevmeyen sevgilim, eskiden bu şarkıyı dinlerken beni anımsarmış. Bense hala onu hatırlıyorum "eskide" kalmış olmamı umursamayarak... 26 Şubat 2007

Flowing Tears - For Tonight

Bu şarkı bana, karamsar melodisine rağmen, sanki karamsar olmamayı anlatmaya çalışıyor. Hep söylüyorum, benim karamsarlığım zamanın "geçiyor olmasını" kabüllenmememden kaynaklanıyor. Şarkıda Stephanie'nin yürek dağlayıcı bir şekilde ses verdiği "geçicilik" zorunluğu, kimi zaman hayatta mutlu olmanın şartı olarak görünüyor sanki. Geçiciliği kabul edemememi lütfen egoma bağlamayın, bu daha çok geçmişi yad etme, geleceğin de geçmiş olmasını beklemek sanırım. Olsun, gene de pes etmek yok, parolamız neydi: La Resistance! 26 Şubat 2007

Anathema - Regret

Çok eskiden, sevdiğim bir dostumla, en yoğun tartışmalarımız benim zaman algım üzerineydi. Sırf kronolojik olarak, küçük rakamlarla sembolize edildiği için, geçmişe hoyrat ve belki de umursamaz davranmamızdan rahatsız olduğumu anlatıyordum kendi hayatlarımıza projeksiyonlarla. Toplumda, geçmişle bu kadar kolay başa çıkılabilmesi, hafıza-i beşerin nisyan ile malul olması diğer bir ifadeyle, beni çok rahatsız ediyordu. Duygusal dünyamın zayıf ve kırılgan olmasına rağmen, geçmişle başa çıkmaktan asla vazgeçmedim. Hala yıllar öncenin kalp kırıklıkları ve sızılarını düşünürüm. Unutmanın, özellikle kötü anılarla başa çıkmanın ahlaksiz ve çirkin yolu olduğuna hep inanmışımdır. Hafıza kapasitesi yetersizliğini, sorunların çözüm yöntemi olarak görmemek için de direniyordum. Hızlı gençlik yıllarımda, her sene yüzlerce sayfa yazı yazmamın nedeni de buydu aslında. Tüm bu hissi beceriksizliklerim, aslında benim yüreğimin ana duygusunun pişmanlık olmasına neden oldu. Geçmişe dair ya da değil, şimdide ya da gelecekte, tüm sızıları eşit hissetme yeteneği edindim. Dürüst olayım, bundan gurur duyuyorum. Haliyle, pişmanlık olarak nitelenen duygunun temporalitesi bende epey kaydı. Dolayısıyla, sanki hiç bir şey benim için geçmişte kalmıyor. Belki de, umutsuzluğumun nedeni de geleceği, hala inatla şimdiye ve geçmişe projekte etmemdir, ne dersiniz? 24 Şubat 2007

Guns 'N Roses - Don't Cry

90'lar nostaljisinin en "teenage", en "rock" şarkısı belki, ama bendeki kıymeti, zatı-ı alimin, işbu şarkıyı klavyede çalabilmesinde yatıyor! Axl'ın sesinin bile aslında fena olmayacağını fark etmemin şaşkınlığı dışında, bu şarkıda beni anlatan en önemli nokta sanırım, "ağlama" ironisini, pek de şarkıya menkul olmayan bir üslupla aslında, hissediyor olmam. Ağlama derken ağlayan adam olmak, ancak bu şarkıyla ifade edilebilir. Ben de ömrümün önemli bir bölümünü bu mevkiyi işgal ederek geçirdim. 17 Şubat 2007

Megadeth - I Thought I Knew It All

İlk Megadeth albümüm Youthanasia'ydı. Kabul etmeliyim ki, ITIKIA son keşfettiğim şarkılardandı. Ama o günler geçtikten sonra, geri dönüp cesaretle dinleyemedim. Kimi zaman fon müziği olarak geçiştirirdim güya, ama o anlar aslında sahnede en yüksek performansımı sergilediğim zamanlardı sanırım, suflörümün Mustaine olmasının avantajıyla üstelik. O yıllardan beri göz yaşlarım resmi geçit yaparken, tribünler aynı sloganları atar: "Maybe I don't like it / But I have no choice / I know that somewhere, someone hears my voice". 17 Şubat 2007

Akira Yamaoka - Room of Angel

Bu şarkıyı dinlerken hep kalbime sevdiklerimden defalarca duymuş olduğum şu söz çakılır: "I don't feel enough for you to cry"... İnsanın içe kapanık dünyasının en şaşırtıcı ironilerinden biri olsa gerek bu şarkı. Açıklayayım; Room of Angel bir korku/gerilim video oyunu olan Silent Hill 4'ün müziklerinden biri. İçli, etkileyici ve sade bir melodi ve gayet yumuşak bir vokal (Mary Elizabeth McGlynn). "Kendim ettim, kendim buldum"un müziği olduğunu hissetmişimdir bu şarkının. Ritmde kendini hissettiren kendinden emin olma hali, baskın enstrümanın piyano olması ve kadın vokal, insanın kendini sevmemesini sağlıyor. "Başıma Henry Townshend'in başına gelenler geleydi de, bu sözü duymayaydım" dediğim o kadar çok oldu ki... 17 Şubat 2007

Yeni Türkü - Sonbahardan Çizgiler

Ünlü şair Burkay'ın sözlerini yazması bir yana, şarkının, 6 senemi geçirdiğim bozkırdan söz etmesi, şarkıda ekseri kullanılan zaman zarflarıyla da, arkamda bıraktığım kötü yılları bana hatırlatması, bu şarkının en büyük anlamı oldu benim için. Mamak Cezaevi'nin önünden/yakınından geçerken aklıma kazınan ölüm kokusu; ve de geçtiğimiz aylarda, şimdilerde yaşadığım kentin cezaevinin yakınından metroyla geçerken belleğime kazınan "volta"lar bu şarkıda, o kadar politik olmayarak hem de, kolaylıkla kesişiyor: Acının coğrafyası olmazmış. Ama gene de, geldiğimizde her şey ne kadar yeşil, ne kadar güzeldi, değil mi? 17 Şubat 2007

Callenish Circle - Slough of Despond

Beni doom metal'e, bilhassa Hollanda doom'una ısındıran, ergenliğimin yalnızlığını hüzünle doldurmamı sağlayan başlıca şarkılardan biri. Ankara'dan 1996-7 yılları gibi çıkan bir doom metal compilation'ında tanımıştım Callenish Circle'ı. Sonrası malum CC ile muhabbetimiz bir Sonic Splendour röportajına dek ilerlemişti. Değişken ritmleri, melodik gitar riffleri, benim gel-gitli ergenliğimi, yaşadığım derin çelişkileri yansıtıyordu. Kaseti geri geri sık sık sarmalarım da, hani o pişmanlıklarımı, geri alamadığım zamanı, değiştiremediğim tutkularımı yansıtıyordu. Tolstoy'un da mükemmel Anne Karenina giriş cümlesiyle özetlediği, insanlığın ayırt edici hüzünleri bu şarkıda, her dinleyende yarattığı derin sızıyla kendini belli etmiyor mu? 11 Şubat 2007

HIM - In Joy and Sorrow

Utkusta bu albümü Bilkent'ten alınca şaşırmıştım zira soft bir grup olduğunu düşünüyordum HIM'in; tamam yani HIM'i bilmiyordum. Beraber jelatini yırtıp albümü kasetçalara sürüp dinlemeye başlamıştık. HIM severlerin malumudur, bir çırpıda sarıverir hüzün sizi. Zira, ben Utku'nun derin sızısıyla bu şarkıyı harmanlamayı, uzun ve yalnız kış gecelerimizde öğrenmiştim. Ankara soğunun, kalplerimizdeki sızının koruyla birazcık da olsa kırıldığı gecelerde, kadın duygularını rasyonelleştirmeye çalışırdık beyhude şekilde. Yıllar geçti üzerinden ama, kampüste Bilkent manzarasıyla hüzünlü şarkılar dinlememiz bana hala duyguları kalplerimize mühürlememizi hatırlatıyor. 11 Şubat 2007

Silent Stream of Godless Elegy - Eternal Cry of Glory

Hüznün, bu satırlarda olduğu gibi, motivasyon ya da yaratma enerjisi, hadi adını koyayım, devrimci itki yaratabildiğini öğrendiğim şarkılardan biri. "Zıplaya zıplaya ağlama şarkıları" olarak adlandırdığım türün, güzide bir örneği. Ama ben son bir iki yıldır, sol yumruğumu kaldırarak ağlıyorum. 11 Şubat 2007

Yaşar Kurt - Fırt Emin

Eminim herkesin içli Yaşar Kurt öyküleri vardır, ama benimki gerçekten çok içli. 1998 yazında Bergama'da Yaşar Kurt ile tanışmamız ve o yaz geçirdiğim mükemmel günler, gene de bu şarkının hüznünü alamıyor. Adı bende saklı Çeşme yakınındaki kasabanın jandarmalarından tutun da, o güne dek gördüğüm en kalabalık devrimci eylemin yarattığı coşku, evet ve diğerleri de, hala o sızıyı örtemiyor. Her dizesi üzerine kitap yazabileceğim bir şahaser. Mısralar ve notalarda damıtılmış hayat derler ya bazı şarkılara, ben bu duyguyu ilk olarak Fırt Emin ile hissettim. 11 Şubat 2007

Massive Attack - One Love

Olgun aşkı, dingin ve huzurlu sevgiyi bu şarkıda buluyorum. Benim gibi, "sofistikelikten dolayı rasyonellikten uzak" birinin bile gerçek sevgiyi derinlerde kalıcı olarak hissetmesinin manifestosu bu şarkı. Bu nedenle, gariptir, beni Parmenidesçiliğe oldukça yaklaştırmıştı. Eski ve vefalı okurlar hatırlar, "Aşk mutlaktır, kişiler değişir" vecizesi üzerine düşündüğüm yıllara döndürüyor beni bu şarkı. Bir gün Bristol'e gideceğim ve orada MA'ın klübünde bu şarkı çalacak, inanıyorum. 11 Şubat 2007

Anathema - Parissien Moonlight

Bu şarkının bir parizyen olması, kadın vokal olması gerçekten beni etkilemek için yeterli aslında. Ama öte yandan, Vince'ın hislerini, ayrılık/geri dönme duygulanımları üzerinden, liriklerle daha da iyi anlıyorum. Yıllarımı verdim "be free" ile "free from" arasındaki ilişkinin felsefesini yapmaya ve hala içimde kibirli bir öfkeyle yaklaşıyorum bu hissi ve fikri ayrışmadan bihaber olanlara. Aşk çelişkilerini en derinden anlatan şarkılardan biri benim için. Ay burcuyum ve Paris dünyada gördüğüm en güzel kent. 11 Şubat 2007

Naervaer - Bob Dylan is the Fucking King

En son Naervaer ile aşık olmuştum ve en son aşkımı Naervaer ile ifade etmiştim. Ama Naervaer bana daha da utangaç duygular çağrıştıyor hep. Basit ve usulca, fısıldarcasına söylenen bir ezgi, kadın vokalın gösterişsiz uyumu, armonikanın asiliği bana göre aşık olunca hissedilen içe dönüşün ve tedirginliklerin en yumuşak ifadelerinden bazıları. Grubun içine kapanıklığı bana kimi zaman, aşkın pek de iki kişilik olamayacağını anımsatıyor. 11 Şubat 2007

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.