Web Analytics
İnşallah | Can Başkent

Can Başkent

İNŞALLAH

CAN BAŞKENT

0.

Geçenlerde bendenizin de katkı sunduğu bir Nişanyan kitabı çıktı (1). Kitapta Nişanyan ile fikir ayrılığında olduğumuz nispeten semantik bir nokta var. Burada bu noktayı biraz daha irdeleyeceğim, çünkü kitapta polemiksel olmamak adına bu meseleyi ciddiyetle eşelememiştim.

Yazdığımız kitap, islamiyetin kutsal kitabı olduğuna inanılan bir metnin mealinin meali. Ayet ayet ilerleyen kitapta, önce 1800lerde yaşamış bir Hint alimi olan Swami Dayananda Saraswati’nin yorumları, sonra da bu yorumlar üzerine Nişanyan’ın ve bendeninizin kısa kısa tartışmaları var. Bu tartışmalar, pluralist bir ahlakçı tartışma ortaya koyuyor — en azından benim için.

Metinde mucizeler tartışılırken, şöyle bir “diyaloğumuz” oldu:

Can: Mucizeler meselesinde, daha önce de değindim, Ricky Gervais’in sözleri aklıma geliyor. “Gerçekten” bir mucize göndersin, ben inanırım. Zira lafla şunla bunla olmaz bu iş. Buyur, Ay’ı ikiye böl bu gece, inanayım.

Sevan: Ricky Gervais’e katılamayacağım. Sanırım Hume (İnsan Anlayışına Dair Risale, 10. bölüm, “Of Miracles”) okumamış. Doğa yasalarına aykırı görünen bir olguyla karşılaşırsam iki ihtimal üzerinde dururum: a) algılarım beni yanıltıyor (“ne içtin?”), b) bildiğimiz doğa yasaları eksikmiş, dersimizi çalışalım. Swami’nin yorumu doğrudur: ancak cahil insanlar böyle kanıtlara inanır.

Bu yazıda sadece cahillerin böyle kanıtlara inanmadığını anlatacağım.

1.

Benim dini ve tanrıyı inkar etmemin iki temel dayanağı var. Bunlardan ilki ahlak. Doğru ahlak için, doğruyla yanlışı ayırmak için tanrıya veya onun kitabı olduğu iddia edilen bir şeye ihtiyaç duymayı anlamsız buluyorum. İkincisiyse, kanıt eksikliği. Zira, kimileri dökülen yapraklarda tanrıyı falan görürken, ben hiçbir şey görmüyorum. Sanatkar da olamadığım için, bir estetik ya da sanat da görmüyorum. Aksine, bir anlamsızlık görüyorum. İnsanların her şeyde anlam bulmasına şaşırmasam da, bundan dini çıkarmayı absürd buluyorum.

Çelişkiler, dikkat ederseniz, bu temel dayanaklardan biri değil benim için, hiç de olmadı. Zira, insanların çelişkili olması onları androidlerden ayıran şeylerden biri belki. Bu benim hoşuma gidiyor — ahlaki, ontolojik, epistemik çelişkileri doğal ve ideal buluyorum.

Mesele mucizelere gelince, Nişanyan ilk bakışta haklı görünüyor. Nihayetinde, gökyüzündeki kuyruklu yıldızları ya da ay tutulmasını falan mucize olarak gören elbette olmuştur. Bu gibi durumlar için Nişanyan haklı. Ya algılar bozulmuştur ya da o güne kadar doğa yasası diye bildiklerimizi güncellemek gerekmiştir.

Ama bu çözüm, kuyrukluyıldızın mucize olduğu varsayımına, yani yanlış bir varsayıma bağlı. Diğer bir deyişle, mucize diye bir şey var olsa bile, kuyrukluyıldız buna bir örnek değil. Keza, tükenmez kalem de, sonbaharda dökülen yaprak da değil.

Dolayısıyla, Gervais’in iddiası hala geçerli. Çünkü şimdiye dek gerçek mucize olarak kanıtlanabilmiş hiçbir şey yok (2). Algılarımızdan, bilim felsefemizden, aklımızdan bağımsız bir şekilde, mucize yok. Haliyle, tabiat kanunları her neyse, bunu değiştirmeye muktedir bir şey, bir tanrı hala yok.

Keza, Amazonların ayahuaskasına rağmen yok. Pollock, Picasso resimlerine rağmen yok. Şizofren ya da otistik beyinlere rağmen yok. Şimdiye dek mucize olduğu iddia edilen şeylerin hemen hepsi Nişanyan’ın savunmasıyla bertaraf edildi. Çünkü onlar da mucize değildi. Ama bu Gervais’in tezini hala çürütmüyor (3).

Ama, en azından kağıt üstünde, gerçek bir mucize varsa eğer, bu mucize Nişanyan’ın savunmasından etkilenmeyecektir. Ben böyle bir şeyin olmayacağına eminim. Ama yine de varsa, tezimde de inat edecek değilim. Zira, tanrının kanıtı olarak bunu kabül edebileceğimi düşünüyorum.

Oysa asıl cehalet, tanrının hiç bir kanıtı olamayacağına inanmak. Bense, en azından kağıt üstünde ya da hayal dünyasında bir kanıtın var olabilme ihtimalini reddetmiyorum. Fakat, bunun da fiziksel dünyada imkansız olduğuna bir o kadar da eminim. Bu, Kartezyen şüphecilik midir, değil midir tartışması manalıdır, kabul. Mucize lafını, altın dağ gibi oksimoronik bir kategoriye çekmesi açısından da aslında önemlidir. Mantıkçı mümkünatı ontolojik mümkünattan kopardığı için de önemlidir. Sırf dilde böyle bir söz üretebiliyorsak mucize diye bir şeyin olması tutarlı değildir. Ya şeyleri, kuyruklu yıldız falan, mucize olarak göreceğiz, ya da mucizenin, bebeklerin doğumu gibi sıradan şeylerde olduğuna inancağız.

Zurnanın zırt dediği yer de burası. Sunduğum yaklaşım, tanrıyı oldukça edilgen, manevi, dinden kopuk bir “şey” olarak yeniden kurguluyor. Budizmden bağımsız bir “Budizm tanrısı” gibi düşünülebilir bu (4). Keza, mucizeyi de sıradanlaştırıyor, romantikleştiriyor.

Bu tartışma dil üzerinden siyaset yapmanın berrak örneklerinden. Memlekette bu diskura onyıllardır siyasal islam egemen. Siyasal gayri-islamın bu konuda söz söyleyebilmesinin taktiklerinden biri de, bu diskuru sahiplenmektir. Bu “mucize” ile de olur, “inşallah” ile de.

Notlar

1. Swami Dayananda Saraswati’nin Kuran Eleştirisi, Sevan Nişanyan & Can Başkent, Propaganda Yayınları, Nisan 2018. http://www.propagandayayinlari.net/swami.html

2. Neden hala gerçek mucize yok sorusu zaten kritik bir soru, zira dini birçok kitap şimdiye dek birçok mucize olduğunu iddia ediyor kanıt sunmadan.

3. Buna “grue” paradoksu da deniyor analitik felsefede. https://en.wikipedia.org/wiki/New_riddle_of_induction

Kısacası, şimdiye kadar “gerçek” mucizelerin var olmaması gözlemi, birbirinden apayrı iki tezi destekler:

(i) Mucize diye bir şey yoktur,

(ii) Mucizler bundan sonra (ya da 2050 yılından sonra) ortaya çıkacaktır.

Elimizdeki delillere bakarak bunlardan hangisinin doğru olduğunu anlamak imkansızdır. Fakat bu iki şık da, kutsal kitap olduğuna inanılan metinlerin betimlediği mucizelerin hiç gerçekleşmemiş olduğunu da kanıtlar, bu apayrı bir tartışma.

4. Elbette, Budizm’de tanrı olmadığının farkındayım.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.