Web Analytics
İnce Recep | Can Başkent

Can Başkent

İNCE RECEP

CAN BAŞKENT

Yaşar Kemal külliyatıyla haşır neşir olalı, çoğunu yalayıp yutalı kaç yıl olmuş! İster toplumsal gerçekçilik deyin, ister dram, sayfa sayfa betimlemelerle örülü romanları ve röportajlarıyla, memleket solu için bulunmaz bir kaynaktı koca çınar. Çoğumuzun toplumcu ve devrimci sanat tedrisatının ilk adımları da bu kuşağın romanları ve hatta mizahıydı.

Sanatın, daha doğrusu yazın sanatının, toplum için yapılması gerektiği zehrini vücudumdan atmamı sağlayan evvela İkinci Yeniciler, ki bu da tartışılır, ama nihayetinde de küçük İskender’di. küçük İskender’in güzel bir sözünü hala anımsarım. Mealen, “beni ezilenler değil, ezilenlerin kendilerini neden ezdirdiği ilgilendiriyor” demişti.

Bu zehir sadece edebiyatta değil, görsel sanatlarda da bir dönem egemendi. Nuri İyem’in hüzünlü, kederli, çileci portreleriyle örülü bir tedrisatın bedeli, memleketteki görsel sanatların büyük bir çoğunluğunu es geçmeme yol açmıştı.

Şimdilerde bu akımın kimi başka zararlarını da fark ediyorum.

Bunların ilki toplumsal gerçekçilerin düşmanlarını tanımamaları, aksine tüm emeklerini “halkları” tanımaya vermeleriydi. Elbette, ilk bakışta bu romantik halkçılık çoğumuzun gözlerini dolduruyor. Yaşar Kemal’in memleketi arşınlayarak ezilen emekçileri anlattığı, dönemin başat solcu gazetesi Cumhuriyet’te yayınlanan röportajları, edebiyat işi olduğu kadar, siyasi birer manifestoydu. Fakat, bu manifestolar ters yüz edildiğinde, örneğin, düşman olarak kodlananın aslında kapitalizm veya onun üretim biçimleri değil, sağcı ideoloji ve sağcı hükümetler olduğunu görülüyordu. Bunun sonucunda da düşmanı, yani kolonyalist kapitalizmi değil, ezilen halkı, gurebayı, toplumsal sancıyı tanıyorduk. Duygusallaşarak, gözlerimizde yaşlarla, sanayileşememiş toplumun sancılarının kapitalizm urunun ürünü olduğunu sanıyorduk. Hayır, bunlar kapitalizm değildi, bunlar kasaba sağcılarının iktidar gücünü eline geçirmelerinin sonucuydu.

Neticede, sayfa sayfa “sarı sıcak” betimlemelere, yağlı boya portrelerin pastel renklerine odaklana odaklana, gene devrimi unutmuştuk. Çünkü bu sefer düşmanı tanıyamamıştık. Daha beteri tanıdığımızı sanmıştık.

Bunun izlerini hala taşıyoruz. Taşra sağcılığının, sadece bir siyasi parti olarak değil, bir zihniyet ve bir zeitgeist olarak, memleketin üstüne kara bulut, ne kara bulutu muson yağmuru, gibi çökmesinin bedelini hepimiz her gün ödüyoruz. İşin karamizahı da burada beliriyor: büyük entelektüel emek neticesi tanımaya, anlamaya ve sonrasında da anlatmaya çalıştığımız bu halkı, taşra sağcıları bizden daha iyi tanımaya ve benimsemeye ve nihayetinde de değiştirmeye başladı. Sağ, solun sınıfsal zeminini sahiplenirken, sol ne yapacağını bilemez oldu. Sağ, Marks’ın meşhur rüyasını gerçekleştirirken, haklı anlamaktan ziyade onu değiştirirken, işte bu boşlukta çırpınan halkçı sol, zamanında kapitalizmi de anlayamadığı için, işbu boşluktan çıkamaz oldu. “Memura zammın” enflasyonu körükleyeceğini, orta yaşta emekli edilen vatandaşların enflasyonu ve devlet bütçesini daha beter bir hale sokacağını kestiremedi.

Çünkü, fikirleri tartışmaktansa, Yeşilçam melodramlarını tercih etmiştik.

*

Solcuların, kapitalizm oyununda kazanan olmalarını sağlamak için uğraşanlara, şimdi bir de “aktivist yatırımcılar” eklendi. Hatta, daha geçenlerde, bunlardan biri büyük bir küresel şirketin yönetim kuruluna dahil oldu [1]. Keza, Norveç, Kaliforniya ve Ontario emeklilik fonları da benzer bir davranış gösterir oldu son yıllarda.

Bunun metodolojisi aslında oldukça berrak. İnsanlık tarihinde, istisnasız bir şekilde, çoğunluk daima ezilmiştir. Eh, evrimsel (ve hatta antropolojik) olarak bu şartlar altında yaşayabilmenin, insanlığı sürdürebilmenin tek yolu var. Ezilen çoğunluk bu düzene ayak uyduracak. Bunu kah ağlayarak, acı çekerek yapacak, kah bu düzenden faydalanarak. İyimserseniz “acı çeken ve ezilen halk”, onu takibeden “direnen halk” retoriklerinin yerini artık “kazanan halk” alacak. Karamsarsanız, “düzene ayak uydurma” zorunluluğu proleterleri yozlaştıracak, sınıfsal köklerinden uzaklaştıracak, ve haşa, hatta lümpenleştirecek.

Halkı, türkülerini, halı desenlerini su gibi ezberlemiş ama hala kapitalizmin matematiksel kökenleriyle sağcı ideoloji arasındaki farkları irdelememiş sol, bir iki matematiksel hileyle, emeklilik mekanizmasının nasıl çalıştığını anlamakla örneğin, ne ciddi kazanımlar elde edebileceğinin hala farkında değil. Zira halı deseninin ahengi yerine, kapitalizmin finansal olarak işlemesindeki algoritmayı ya da popüler kripto paraların ardındaki denklemleri tercih etme vaktidir.

Diyeceksiniz, o dönemin proto-kapitalizmi nerede, bugünün tekno-post-kapitalizmi nerede! Diyeceksiniz, revizyonizmden, oportünüzimden yeteri kadar çekmedik mi? Diyeceksiniz, savaş sonrası dönemin “halka dönüş” akımlarını neden bu kadar ciddiye alıyorsun? Diyeceksiniz, adı üstünde kapitalizm bu, solun kapital sahibi olmasını beklemek olmayacak duaya amin demektir.

*

Kapitalizmin nirengi noktası, adı üstünde, anapara biriktirme algoritmasıdır. Bu anaparayı illa ki çalıp çırparak, devleti veya halkı soyarak biriktirmek zorunda değiliz. Bu meselede solun en büyük açmazı, bileğinin hakkıyla anapara biriktiren (ya da ”mülkiyetin hırsızlık olduğunu” unutup, öz-emeğin adil olduğunu sanan) emekçiye karşı alacağı tutumu netleştirememesidir. Şüphesiz bunun çözümü Blairci yeni-sol ile birlikte kapitalizme kucak açmak değil. Keza, bunun çözümü İskandinav modeline beyhude bir şekilde öykünmek de değil.

Bunun çözümü, yerel ve otonom, Kaz Dağlarının, Toros Dağlarının, Cudi Dağının gerçeklerine uygun bir strateji geliştirmekten geçiyor. Bunun çözümü, kapitalizmin (ve para piyasalarının) altında yatan matematiği küçümsememekten, buna algoritmik olarak yakınsayan zihinleri irdeleme cesaretini göstermekten geçiyor. Bunun çözümü, tekno-kapitalizmin içindeki nüvelerden faydalanıp, bu işin fişini artık çekebilme iradesine sahip olmaktan geçiyor. Bunun çözümü, sosyo-politikaya eğildiğimiz kadar algoritmalara, kapitalizmin ardındaki matematiğe de eğilmekten geçiyor.

Alın size kanıt. Son kırk yılın, internet haricinde, finans dünyasında en büyük etki yaratan icadı bir algoritma: kripto para. Geleneksel/ci halkçı solcuların hala tam olarak anlamadığı, anlayamayacağı, ama kripto-fütüristlere göre dünyanın geleceğini değiştirecek bir icat.

*

Ergenken sürekli alay ederdik: sözelciler ne anlar! Onyıllar geçti üzerinden ama hala benzer düşünüyorum. Çünkü, siyaset siyaset bilimcilere, sosyologlara, iktisatçılara bırakılamayacak kadar önemlidir.

Notlar

1. Emekli topçu Beckham’ın oğlu Brooklyn Beckham’ın kayınpederi Nelson Peltz, medyanın aktivist yatırımcı olarak adlandırdıklarından. Kendisi en büyük dördüncü paydaş olarak Unilever’ın yönetim kuruluna dahil oldu. Söz konusu aktivizm, elbette kapitalizmin müsaade ettiği sınırlar dahilinde bir aktivizm: https://www.ft.com/content/f7e72c63-9531-4d2b-9206-6e723dd1b3f0

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.