Web Analytics
Reddiyeyi Red | Can Başkent

Can Başkent

REDDİYEYİ RED

CAN BAŞKENT

Politik sistemin taştan olduğuna inanılan toplumlarda, muhalif gruplar "sisteme" alternatifin var olabileceğini türlü türlü manevralarla ispatlamaya çalışırlar. Bu propaganda sürecini, öncelikle, var olanının reddiyle başlatırlar. "Biz o değiliz" derler ve bu arada "ne" olduklarını anlatmaya gayret ederler. Fakat, onların ne olduğu da arada kaynar gider.

Özgür K. Tekin'in imlasız'ın 8. sayısında yayınlanan "Reddediyorum.. Öyleyse Varım!" yazısını okurken, bu fikirler uçuştu kafamda. Olumsuzlamak üzerine yazılan yazı, bir çok propagandatif öğe içeriyor. Fakat, reddedilenin temel ve külli bir kavram -devlet- olması, okurda, alternatifinin öne sürülmesi beklentisi yaratıyor. İşte dananın kuyruğu da burada kopuyor. Reddedilenin yerine aynı denklikte bir yapı önerilmesi beklentisi, açıktır ki, özgürlükçü ve anarşist düşüncenin yok sayılmasıdır. Devleti reddedin, zira bizde 'devletin yerine geçebilecek daha iyisi' var; doğrultusunda bir tema sezinledim Özgür'ün yazısında.

Kurguyu ve devrimi "yerine geçme" [replacement] kavramı üzerinden sürdürmek, çok önemli yaralara yol açar. Öncelikle, yukarıda da sezdirmeye çalıştığım gibi, toplumun anarşinin devlete bir alternatif, diyalektik ve marksçı bir antitez olduğunun anlaşılmasına neden olur. "Var olana itiraz etme, yadsıma ve hatta bozmaya çalışma reddedilen şeyle reddeden arasında yaşanan gerilimli bir süreci başlatır." cümlesi ve benzer bir çok cümlede yazar açık bir diyalektik söylem kullanarak, kaotik yaşam hülyalarını bir kenara itmiş görünüyor. Kaldı ki, sözü edilen tez-antitez çatışkısı sadece reddeden ve reddedilen arasında değil, hayatta var olan tüm faktörlerle olur. Fakat, bu gerilim hiç bir zaman bir sentez oluşturamaz, oluşturmamalıdır. Diyalektik, adından belli, ikicildir. Oysa, anarşide taraflar iki değil, sonsuzdur. Belirsizlik ve indeterminizmin bilinen en özgürlükçü kavramsallaştırılması olan anarşizm, bu gerilimde kendini dahi taraf olarak görür ve yapıbozumda kendi toplumsal/bireysel açılımlarını sunar.

Elbette, anarşist fikirler ve amaçlar, şimdiki toplumdan farklı bir toplum amaçlamaktadır. Diğer bir deyişle, anarşinin reddi "içkin"dir. Red, reddetmek adına değil; idealleri gerçekleştirme sürecinde ortaya çıkan bir "yan üründür". Haliyle, odaklanmamız gereken, "red" değil, ileri sürdüğümüz ideallerdir. Total retçileri sadece "askerlik yapmayanlar" olarak görmek, örneğin, en basitinden ayıptır. Total ret, demilitarize toplum amacıyla yapılan, antimilitarizme "içkin" bir eylemdir. Ama antimilitarizmin kendisi değildir. Diğer bir ifadeyle, antimilitarizmi, at gözlüğüyle, sadece askere gitmeme boyutu dahilinde irdelemek eksik, hatalı ve manipüle bir yorumdur. Benzer şekilde, geyliği "kadınlara yönelmeyen erkek" olarak tanımlamak da aynı şekilde eksik ve hatalıdır. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir. [Her ne kadar anarşizan olmasa da bir çok pasifist grup, devrimci olmayan -benim elbette katılmadığım- bir öneri getirir: Silahlı kuvvetler yerine, topluma açık, militarist olmayan "silahsız kuvvetler". Bu konudaki daha ayrıntılı okumalar için Brain Martin'e başvurulabilir.]

Özgür K. Tekin, yazısında redde övgüler düzüyor, reddin anarşiye özgü bir tat olduğuna getiriyor lafı sık sık. Oysa, red dinler tarihinden, devletler tarihine kadar; sözü edilen kurumların da sık sık başvurduğu politik bir araçtır. İslamiyet ve Yahudilik domuzu yemeyi reddeder, laik devletler dini eğitimi reddeder, sosyalist devletler kapitalizmi reddeder vs.. Bu, biraz önce açıklandığı gibi, red üzerinden politika yapan devletlerin; kendilerini değillemeyle var etmeleridir: "Biz kapitalist olmayan tek devlet türüyüz" der sosyalizm. Farkındayız ki, bu, ne antropolojik ne sosyopolitik bir gerçek olabilir. Kaldı ki, devletlerin ve dinlerin reddi de, en az bizlerin reddi kadar bilinçli, kararlı ve üzerinde düşünülmüş bir reddir. Kısacası, red sadece muhalefete ait değildir.

Anarşi, kendini pozitif bir şekilde var etmelidir. Öncelikle ne olmadığını açıklamakla, neyi reddettiğin, neyi istemediğini açıklamakla değil; aksine ne olduğunu, neyi olumladığını, neyi istediğini açıklamakla başlamalıdır işe. Bu zordur. Ne olmadığı açıktır; fakat ne olduğunu nasıl betimleyeceğiz? Aklıma hep aynı naif örnek gelir: Aklınızdan bir sayı tuttuğunuzda, benim o sayıyı tahmin etmem çok zordur, ama o sayının hangi sayı 'olmadığını' tahmin etmem oldukça basittir. Tür tür anarşi, tür tür insan olduğu için, anarşinin ne olduğu üzerinde mutabakata varmak imkansız. Belki bu yüzden anarşinin reddiyeleri üzerinde, kolaylıkla ve tembellikle, ortaklaşabilyoruz.

Anarşizmi, reddiyeleriyle tanımlamak bir belirsizlik, aslına bakarsanız, bir boşluk bırakıyor. Anarşinin ne olmadığını anlatmakla, hiç kimsenin zihninde anarşinin "ne olduğuna" dair sağlıklı bir izlenim bırakamayız. Küreselleşmeye karşı olan bir politikanın, neye taraf olduğunu anlamakta çoğunlukla zorluk çekerim. Bana öyle geliyor ki, anarşinin olumsuz repütasyonu her ne kadar çoğunlukla devlete dair görünüyorsa da, bunda bizim de kabahatimiz var. Bu kabahat de, büyük bir iletişim kusuru olan, "değillemeyle var olma"dır.

Ne olduğumuzu anlatmanın en iyi yolunun, onu yaşamakla, en azından yaşamaya çabalamakla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Lafla peynir gemisi yürümüyor, kaldi ki maça 3-0 yenik başladığımız bu dünyada, kendimizi ifade edebilmek, aşmamız gereken ilk zorluk, ilk engeldir. Bu süreçte de reddiye politikalarının naifliği ve bulanıklığı bizlerin açılımlanmasını engellemektedir. Değinmiştik, tür tür anarşizm var, bir çok noktada ortaklaşmamız neredeyse mümkün değil. Dolayısıyla, grupsal bağlamda dahi bir çok iletişim sorunları ve açmazları yaşıyoruz. Fakat, efendinin kurallarıyla oynamaktan da imtina etmiyoruz. Kendimizi tanımlamaktan aciz görünerek, 'pozitif' ve 'var olan' kavramlar üzerinden değil, bizim için var olmayan, çoktan elimizin tersiyle itmiş olduğumuz kavramlar üzerinden konuşuyoruz. Tabii, bu kavramlar bizde olmadığı, bize dışsal olduğu için fikri ve fiili ilerleme kaydedemiyoruz. Bir anarşistle, bence, askerliğin ne kadar kötü, devletin ne kadar zorba olduğunu konuşmak kadar gereksiz bir şey olamaz. Askerlik ve devlet bizlerin, temelli fikri ve nispeten fiili olarak, reddettiği kavramlardır. "Aman ne güzel reddettik", bizi bir yere götürmez; kaldı ki edebi metaforlarla da fikri gelişme ve yaratım sağlayamayız. Özgür'ün metaforlarla dolu yazısı, bu noktada pek bir fikri ve fiili ilerleme getirmiyor.Zaten hepimize gına getirmiş olan, içi doldurulamamış red kavramı tekrar burnumuza, aynı boşluğuyla, sokuluyor.

Devlet üniterdir, tektir ve biriciktir, kendi kurallarında. Haliyle, devlette çelişki olmaz. Kurallar nettir, ve aynen uygulanmalıdır. Haliyle, devletin kendisini reddiylerle ifade etmesi, siyah-beyaz körlüğünden müteşekkil bünyesi için normaldir. Eğer devlet bir şeye kötü diyorsa, bünyesine katmaya çalıştığı ya da katmış olduğu, zıt iyiliğin, 'iyi' olduğunu emreder. Zira, "üçüncü halin imkansızlığı" devletin başlıca tanımlarındandır. Oysa anarşide, "sonlu halin imkansızlığı" söz konusudur. Bir anarşistin, örneğin, şiddete karşıyım dediği anda, neye taraf olduğunu, ne istediğini ve fikriyatının ne olduğunu anlamak imkansızdır. Dolayısıyla, kendini karşı olduğuyla ifade ederek, statükonun yöntemini kullanmış ve aynı epistemolojik kategoriye kendini dahil etmiş olur. Bu, sıradan bir hata değil, bir suikasttır. Eğer, anarşinin birbirinden farklı ve hatta karşıt düşünceleri ve uygulamalarını, cesaretle ve açık yüreklilikle, ne olduklarını açıklayıp ortaya koyarsak, toplumla ortak bir dil oluşturma ve kenara atılmama yolunda ilk ve en sağlam adımı atmış olacağız.

***

Peki nedir bu yazının paradoksu?

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.