Web Analytics
Neyin Bedeli? | Can Başkent

Can Başkent

NEYİN BEDELİ?

CAN BAŞKENT

Bedelli askerlik tartışmalarının artık temcit pilavı tadı vermesi belki kaçınılmaz. Ancak, gene de bu tartışmalarında es geçilen bir iki önemli meseleye değinilmesi gerektiğini düşünüyorum. Amacım, bedelli tartışmalarının politik minvalde oldukça yaygın bir realiteye seslendiğini akılda tutarak, meselenin politik kimi yansımalarına değinmek kısaca.

Öncelikle, bedelli askerlik eşitlikçi bir uygulama değildir. Kariyeriniz ve paranız varsa, bedelliye hak kazanırsınız ve emsallerinize göre tatil denebilecek şartlar altında 'vatani görevinizi' icra edersiniz. Benim bu bağlamda değineceğim ilk önemli husus vicdani ret hareketinin, bedelli askerliğe karşı nasıl bir tavır alması gerektiğidir. Bu konuda ilk fikri sorulması gerekenler, yani antimilitaristler ve vicdani retçiler, aslında bu konuda en az konuşanlar. Dahası bu harekette mırıldanılan fikirler de oldukça derme çatma olunca, toplumsal bir faydanın gelişme ihtimali düşük görünüyor. Ben bu yazıda, bu faydanın gelişmesine katkıda bulunmaya çalışacağım.

Vicdani redde sempatik politik cenahlarda her ne kadar hak ettiği şekliyle tartışılmasa da, aslında dünyanın çeşitli yörelerindeki vicdani ret hareketi eşitlikçi olmayan askerlik hizmeti ayrıcalıklarına karşı pek de tutarlı bir yanıt verememiştir. Örneğin, İspanya'nın ünlü İnsumisio'ları [total retçiler], ayrıcalık getiren tüm askerlik istisnalarını retmişlerdir. Ancak, kimi batı toplumlarında, bireylerin askerlikle ilişkilerini neticelendirebilmeleri için kimi ayrıcalıklara başvurmaları, bireysel zeminde, hor görülmemiştir. Örneğin, kadınların, çoğu ülkede, askerliğe alınmamalarına feministler pek ses çıkarmazken, eşcinsellerin askerliğe elverişli olmamalarına eşcinsel örgütleri aktif bir şekilde karşı çıkmışlardır. Görünen o ki, sanki söz konusu askerlik hizmeti olunca, ayrıcalıkların kullanılmasında tuhaf bir keyfilik var. Dahası, bu topraklarda yirmi yıldır yavaş yavaş yeşeren vicdani ret hareketi de bu ayrıcalıkları aslında, bedelliye kadar gitmenize gerek yok, kullanagelmiştir.

Bu adaletsiz ayrıcalıklardan ilki, öğrencilik nedeniyle askerlik hizmetinin ertelenmesi ve bununla beraber yüksek eğitim alanların (bir nevi elit bir zümre olarak) kısa süreli askerliğe layık görülmeleridir. Dolayısıyla, madem iyi eğitimlileri orduda fazla tutmak istemiyoruz; benzer şekilde, kariyerini iyice oturtmuş olanları, yurtdışına yerleşenleri, parası olanları (yani, yine bir nevi elitleri) da neden askerlikle meşgul edelim?

Hepimizin misli misli aşina olduğu, Türk ordusunun bu elitizmini sadece bedelli askerlik tartışmaları gündeme geldiğinde hatırlamak pek tutarlı bir yaklaşım değildir. Nerden bakarsak bakalım, Türkiye'de yüksek öğrenim bir ayrıcalıktır ve onyıllardır üniversite mezunları zaten ayrıcalıklı bir muameleyi hiç de ses çıkarmadan kendilerine layık görüp, değindiğimiz elitizmi besliyorlar. Bedelliye eşitlik zemininde karşı çıkanlara sormadan edemiyorum: şimdiye dek neredeydiniz bre yedeksubaylar?

Meseleye dair ikinci önemli husus, TSK'nın sıcak çatışma verimliliğinin nihayet tartışılmaya başlanmasıdır. Durun durun, elbette ordu daha fazla çatışsın, daha fazla kan döksün demiyorum. Ancak, resmi lisana göre, bir avuç eşkiyayı, 750.000 (yazıyla, yediyüz elli bin) askerle otuz yıldır ve yıllık 40 milyar dolarlık bütçeyle 'temizleyemediğinizde' bence bir yerde bir sorun vardır. Zorunlu askerliğin, devletçi zihniyette bile aleni bir çelişki olduğunu, bu minvalde görmek zor değil. Ancak, bunun çözümü olarak profesyonel orduyu öne çıkarmak, zaten yeteri kadar kapalı bir kutu olan ordunun, toplumsal mekanizmadan daha da soyutlanmasına ve demokratik denetimden uzaklaşmasına vesile olabilir. Dolayısıyla sivil ve demokratik denetim mekanizmaları oturaklı bir şekilde oluşturulmadan, profesyonel ordu insan hakları ve sivil hayat açısından kimi riskler taşıyabilir.

Değindiğim tartışmayı aslında ortaya atan, belki de gayrıihtiyarı bir şekilde Başbuğ'un kendisi oldu. Başbuğ, Başbakanlık'ın açıklamasında bedelli için gerekli 'şartların oluşmadığını' beyan etmiş. Bunun, benim anladığım iki anlamı var. Birincisi, 'beceremedik, şartları oluşturamadık, yani hala sıcak çatışmayı kazanamadık'. İkincisi ise ordunun, şartlar elverdiğinde askerliği kısaltmakta ya da kimi zümrelere (zenginler, iyi eğitimliler, doktorlar, öğretmenler, polisler vs) ayrıcalık yapmakta ahlaki ya da politik bir sorun görmemesidir. Bu iki anlam da, bence, ordunun politikadaki rolünü anlamak için başat vakalardır.

Konunun diğer bir reel noktası da, çok aşina aslında, insanların askerlik yapmak istememeleri ya da mümkün olduğu kadar kısa sürede askerlikten 'yırtmak' istemeleri. Dolayısıyla, parası olan ve şartları taşıyan birine, politik doğruluk adına, 'hayır, bedelli askerlikten faydalanamazsın, çünkü bu eşitlikçi bir uygulama değil' dediğinizde, acınası bir kahkaha ile karşılaşırsınız. Bu nedenle, zorunlu askerlik karşıtı hareket, hedef kitlesindeki azımsanamayacak apolitik güruhu da yadsıma lüksüne sahip değildir. Beğenin ya da beğenmeyin, biz bu harekette, apolitik insanlar için de çalışıyoruz.

Bedelli askerlik tartışmalarının alt okuması Türkiye'nin militarist politikalarına doğrudan ışık tutuyor tutmasına da, zorunlu askerlik karşıtları olarak bizlerin, bu ışığı istediğimiz yere doğrultabilme becerisini bu kısır tartışmalar dahilinde gösterip gösteremeyeceğimiz bence biraz şüpheli. Bu yazıda dile getirdiğim kimi temel kaygılara dair politik gündem oluşturmak da, bana kalırsa, zorunlu askerlik karşıtı kampanyaların seslerini duyurmalarında faydalı olacaktır.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.